Hurriyet

30 Aralık 2010 Perşembe

AB'ye girmesek olmaz mi?

Bugun Avusturya'da ana haber bulteninde 5 dakika boyunca Avusturya'da yapilan yeni otobanlari, otobanlarin yaninda bisikletseverler icin yapilan ve otobani aratmayan kaymak misali bisiklet yollarini, ormanlari, dereleri, dogal guzellikleri, kisacasi Avusturya'nin insanlarin rahat yasamasi icin insa edilmis her kesitini gosteren bir haber yapildi. Spiker haberi ballandira ballandira sunarken ekranda da tum bu guzelliklerin goruntuleri birer birer gecti. Spiker konusurken sesindeki gururu duyabilmek mumkundu. Kendi ulkesinde yapilan guzel ve dogru isleri cumle aleme gostermek istercesine coskuyla sundu bu bolumu.

Ben Turkiye'de yapilan guzel ve dogru isleri ekrana tasiyan bir televizyon veya sayfalarina tasiyan bir gazete hatirlamiyorum. Bunun sebebi olarak aklima iki ihtimal geliyor:

1. Turkiye'de iyi ve dogru hicbir is yapilmiyor. Yapilan hersey kotu ve yanlis, dolayisiyla medyada ve sokakta surekli ne kadar berbat bir ulkede yasadigimizdan bahsedip duruyoruz, veya

2. Turkiye'de de iyi ve dogru isler yapiliyor ancak biz hep bardagin bos kismini gormeyi tercih ediyoruz. Yapilan iyi ve dogru isleri ya gormezden geliyoruz ya da  "tabi canim, bunlar da yapilsin artik!"  diyerek gereken ovguyu esirgiyoruz.

Yillardir Avrupa Birligi'ni tartisip dururuz. Biz girmek icin habire ittiririz, Avrupa ulkeleri de bizi almamak icin her tur mazereti yaratir. Gerci once AB bizi davet etti (sanirim 1970'lerde Ecevit zamaninda), o zaman Turkiye Birlik'e girmek istemedi. Sonra biz girmek istedik, simdi de onlar bizi istemiyor. Kedinin fareyi kovalamasi gibi. Bugun AB'ye girmeyi neden bu kadar siddetle istiyoruz? Avrupa'ya neden bu kadar oykunuyoruz?

Avrupa'ya imrenme Osmanli doneminde baslamis. Osmanli zamaninda Fransa ve Fransizca kulaga cok hos geliyormus. Turkce'ye Fransizca'dan kelimeler girmis. Ancak, mesela, Bulgarca'dan hic kelime girmemis. Aksine Bulgarca'da Turkce'den bircok kelime var (Bulgaristan imparatorluk sinirlari icinde oldugundan olsa gerek). Gucu yeten aileler cocuklarina Fransiz veya Alman murebbiyeler getirtmis veya cocuklarini Avrupa'ya egitime gondermis. Benzer bir durum bugun de gecerli. Simdi Ingilizce daha gecer akce oldugu icin dilimize Ingilizce'den kelimeler aliyoruz, cocuklarimizi Amerika'da egitime gonderme fikrine cok sicak bakiyoruz.

Bati'nin gelismis ulkelerinin kulturlerini sevdigimizi sanmiyorum. Mesela hicbir zaman bir Turk'un soyle birsey dedigini duymadim:  "Ah, onumuzdeki ay bir denk getirip Viyana'ya gitsem de Opera'da Romeo ve Julyet'i seyretsem!". Aksine duydugum seyler ya Avrupa'nin ne kadar yesil oldugu veya otobuslerin ve trenlerin nasil tak diye tam zamaninda duraga geldigi veya kisi basina dusen milli gelirin bizimkinin 10 kat ustunde oldugu. Hani zenginin mali zugurdun cenesini yorar misali :) Bu baglamda dusundugumde karsima cikan tablo su: Avrupa, tarihinden, yeni dunya duzeninden ve toplumsal ic dinamiklerinden kaynaklanan bir kaos icinde. Iki dunya savasinin basladigi ve neredeyse yok ettigi bir kita, savaslardan sonra tekrar kullerinden dogan bir kita, dolayisiyla disleri ve tirnaklariyla kaziyarak yarattiklari birikimi kaybetmemek icin ellerinden geleni artlarina koymuyorlar ve yarattiklari bu zenginligi kendi yandaslari haric baska hic kimseyle paylasmak niyetinde degiller. Avrupa Birligi'ni cesitli sebeplerden dolayi kurdular. Kagit uzerinde yazili  "resmi"  sebepler disinda AB'nin kurulma sebebleri soyle:

1. Bir daha birbirleriyle savasmamak icin,

2. Berlin Duvari sonrasi olusan yeni dunya duzeninde, Sovyetler Birligi'nin cokmesiyle iyice basi bos kalan Amerika'ya karsi alternatif bir guc olusturmak icin

3. Kendi iclerinde birbirlerinden hic haz etmemelerine karsin  "bir elin nesi var, iki elin sesi var"  diyerek bir  "aile"  haline gelip savaslardan sonra yarattiklari zenginligi koruyabilmek icin.

Tum bunlarin ustune bir de Avrupa'nin genlerine islemis olan  "irkcilik"  duygularini ekledigimizde Avrupa Birligi'nin aslinda Turkiye gibi bir ulkeyi icine almak uzere programlanmadigini, hatta tarihsel gercekler isiginda Turkiye'nin Avrupa Birligi icin hazmedilemeyecek bir lokma oldugunu gormek zor degil.

Turkiye aynasindan bakinca da durum farkli degil bence. Kacimiz Avrupa tarihi ve kulturuyle ilgili elle tutulur bilgiye sahibiz? Genel anlamda Turkiye'de Amerikan kulturu Avrupa kulturunden cok daha baskindir. Universiteye veya master'a Amerika'ya gitmek daha makbuldur. Turkiye'ye en cok yatirim yapan ulke Almanya olmasina ragmen Almanca yerine Ingilizce ogrenmek daha akillicadir. Avrupa kapi komsumuz olmasina ragmen Yeni Dunya bize gore Eski Dunya'dan daha havalidir ve ilgi cekicidir. Peki hakkinda bu kadar az bilgi sahibi oldugumuz bir Birlik'in icine neden girmek istiyoruz? Neden hic tanimadigimiz bir ailenin uyesi olmak icin bu kadar can atiyoruz? Bence cevabi basit. Biz, bizde olmayana kolay yoldan ulasmanin yolu olarak goruyoruz AB'yi. Saniyoruz ki AB'ye girince gokten basimiza demokrasi yagacak. Saniyoruz ki AB'ye girince basimizdan asagi euro'lar sacilacak. Saniyoruz ki AB'ye girince o Avusturyali bisikletciler icin yapilan bal-dok-yala yollar Turk bisikletciler icin de aninda dosenecek. Ve de en onemlisi saniyoruz ki AB'ye girince biz de kendi ulkemizi Avrupalilarin kendi ulkelerini sevdigi gibi sevecegiz ve kendi ulkemizle gurur duyacagiz.

Avrupa'da olup da bizde olmayan cok sey var. Demokratik standartlar, insan haklari, sosyal devlet, vs. Ancak iskaladigimiz nokta Avrupa tum bu standartlari disini tirnagina takip sadece kendisi icin gelistirmis ve bunlari hic ama hic kimseyle paylasmaya niyeti yok. Demokrasisi sadece kendisine, azinlik haklari deyince bana gore tamamen sinifta kaliyor. Bugun Isvicre'den baslamak uzere her yerde camiler yasal olarak yasaklanirken Avrupa kalkmis Turkiye'deki kiliselerin islevlerini yerine getiremediginden ve bunun da Turkiye'deki %1 - %2 azinliga yapilan buyuk bir haksizlik oldugundan dem vuruyor (bugun Viyana'nin %30'u musluman). Tutturmuslar bir Kurt sorunu, Kurtlere ozerklik, azinliklarin anadili diye. Bugun Almanya'daki okullarda okutulan ek Turkce derslerini kaldiran eyaletler var, unutmayin ki Berlin Istanbul'dan sonraki ikinci buyuk Turk kenti. Isvec'te yasayan muslumanlarin %95'i Turk. Ve Isvec Radyosu ulkede yasayan Turklerin artik sen sakrak Isvecce konustuklarini bahane ederek radyonun Turkce yayinina son veriyor ancak Kurtce yayin hala bangir bangir devam ediyor. Sosyal devleti de sadece kendi vatandaslari icin kurmuslar. Uye ulkeler AB ortak fonundan para koparmak ugruna gelen butun iltica taleplerini isleme sokuyorlar, dosya isleme girdigi icin fondan parayi aliyorlar, sonra bu dosyalar sonuca baglanmadan raflarda yillarca tozlu bir sekilde bekliyor. Ilticacilar sokaklarda, siginma evlerinde veya tanidiklarinin yaninda siginti gibi yasayarak  "kagitlarinin cikacagi gunu" bekleyerek bir omur geciriyorlar.

Her neyse, demek istedigim su: Avrupa'dan ogrenmemiz gereken "nasil zengin olunur" degil, onun yolu zaten belli. Calip cirpmayi birakip kendi aramizda paylasmayi ogrendigimiz gun refah seviyemizi arttirmamamiz icin hicbir sebep yok. Bizim Avrupa'dan ogrenmemiz gereken asil sey ulkemizi nasil sevmemiz gerektigi ve cikarlarimizi nasil kollamamiz gerektigi. Ulkemizle gurur duymanin yollarini bulmaliyiz ve bunu baskalarinin yardimiyla degil kendimiz basarmaliyiz. Haberlerde kotu olaylar kadar iyi olaylara da yer vermeliyiz. Yani kendimizi sevmeyi ogrenmeliyiz ve kendimize guvenmeyi ogrenmeliyiz. Bu arada Avrupa'nin da bizden ogrenecegi seyler var. Aile baglarinin nasil korunmasi gerektigi, cocuklari uyusturucudan ve kotu aliskanliklardan uzak tutmanin yollari, misafirperverlik, hosgoru.  

Yazimin basligi olan  "AB'ye girmesek olmaz mi?"  sorusunun cevabina gelince. Bence bugunku Turkiye bugunku AB'nin bir uyesi olamaz, olmamali. Cunku AB sadece ekonomik bir birlik degil; AB kendi icinde muthis acmazlari ve kisirdonguleri olan, cok icine kapanik ve kendi icinde celiskilerle dolu bir aile. Bugun Turkiye'nin AB'ye girmesi sadece tek tarafli bir askin tetikledigi bir evlilik olacak ki bu tip evliliklerin sonu ister istemez husran olur. Amacimiz AB'ye girmek degil, AB'yi basamak olarak kullanip istedigimiz refah ve medeniyet seviyesine ulasmak olmali. Bunu AB'yle veya AB'siz yapabilmenin yolunu buldugumuz gun AB Turkiye icin sadece bir teferruattan ibaret olur. 

Kafasinda kirk tilki dolasan ve kirkinin da kuyrugunu birbirine degdirmeyen Aydede'den sevgiler ve mutlu yillar :D


28 Aralık 2010 Salı

Isyerinde Sizden Yasca Buyukleri Yonetmek Durumunda Kaldiniz mi?

Is dunyasinda ozellikle denetcilerin basina sikca gelen bir durum bu, sizden yasca ve deneyimce ileride olan insanlara ne yapmalari gerektigini soylemek. Denetim ekiplerinin cogunlugu genc insanlardan olusur. Cunku denetim genel anlamda baslangic veya ara basamak olarak kullanilan bir meslektir. Herkes icin olmasa da cogu insan icin gecerlidir bu. Denetim meslegi yapisi itibariyle baskalarina neyi yanlis yaptiklarini ve dogrusunun nasil yapilmasi gerektigini soyler. Burada denetcinin karsisina cikan 2 kritik durum vardir:

1. Denetlenen kisi denetlenen konu uzerinde denetciden daha bilgilidir

2. Denetlenen kisi cogu zaman denetciden yasca cok daha buyuktur

Yukaridaki ornegi denetciler uzerinden anlatiyorum, ancak denetim haricindeki mesleklerde de bu durumla cogu zaman karsilasiyorsunuzdur. Genc ve basarili bir Finans Direktoru veya Pazarlama Direktoru olup ekibinde kendisinden yasca buyuk insanlarin bulundugu bir kurumu da yonetiyor olabilirsiniz.

Kendisinden yasca ve deneyimce daha geride olan birinin gelip kendisine ne yapmasi gerektigini anlatmasi cogu insani ilk etapta rahatsiz eder. Denetim meslegine ilk basladigimda denetlemekte oldugumuz musterilerin siklikla  "her yil bize yeni mezun cocuklari gonderiyorsunuz ve herseyi sil bastan anlatmak zorunda kaliyoruz" diye yakindiklarini hatirliyorum. Sonraki yillarda da bu durum degismedi. Denetledigim kurumlardaki insanlar yas olarak benden hep oldukca buyuk oldular. Ekibimde calisanlardan bazilari da benden yasca buyuklerdi. Ise yeni basladigim donemde bu konuda yapabilecegim fazla birsey yoktu. Elimden geldigince cok calisip konuya hakimiyet saglayip isimi en dogru sekilde yapmak icin gayret sarfettim. Ilerleyen yillarda cok calismamin karsiligi bana bilgi birikimi olarak geri dondu. Bilgi birikimim arttikca da isimi daha verimli ve etkili yapar hale geldim. Ancak bu tip ortamlarda, yani sizden yasca ve deneyimce ileride olan insanlari yonetmeniz gereken durumlarda, kanimca en onemli ozellik EQ, yani duygusal zeka. Herkes en nihayetinde kendi capinda calisiyor, kendini gelistiriyor ve isini en iyi kendisinin yaptigini dusunuyor. Dolayisiyla, ozellikle sizden yasca buyuk insanlarla iletisim kurarken asagidaki noktalara dikkat ederseniz catisma ortami yaratmadan, isin icinden daha kolay cikacaginizi dusunuyorum:

1. Oncelikle karsinizda bulunan insanin gecmis deneyimleri ve uzman oldugu alanlar hakkinda bilgi edinin. Bu kisiyle iletisiminizi bu bilgi isiginda yuruturseniz yumusak bir baslangic yapma sansiniz artar. Karsinizdaki kisinin sizden daha bilgili oldugu konularda ondan ogrendiklerinizle isinizi yapmaniz daha kolay hale gelecektir.

2. Iyi bir dinleyici olun. Karsinizdakiyle empati kurarak hem bilmediginiz yeni konular konusunda aydinlanirsiniz ve isinizi yeni bilgiler isiginda daha kolay yaparsiniz, hem de karsinizdakine pozitif elektrik gondererek calisma ortaminizin rahatlamasini saglarsiniz. 

3. Karsinizdaki kisi artik modasi gecmis tekniklerle calisiyor ve zamanimizin yeni calisma modellerine ayak uyduramiyor olabilir. Ancak bu kisiye karsi, en azindan yas faktorunu ve deneyimlerini goz onunde bulundurarak, her zaman saygi gosterin ki aranizdaki yas farkinin yaratabilecegi negatif duygular baslamadan dagilsin.

4. Uzerinde calistiginiz konu uzerinde yeterli bilgiye sahip oldugunuzdan emin olun. Karsinizdaki kisiden daha ust bir pozisyona sahip olabilir veya onu denetleyen bir konumda olabilirsiniz. Ancak pozisyonunuzun size verdigi otoriteyi kullanarak karsinizdakine istediginizi yaptirmaya calismak fena halde geri tepecektir. Otoritenizi kabul ettirmenin en dogru yolu karsinizdakiyle kisilik savasina girmek yerine bilgi mucadelesine girmekten gecer. Biraz sabirli olup zaman icinde karsinizdakileri bilginiz ile ikna etmeyi basarirsaniz ve bu arada saygiyi elden birakmazsaniz bir sure sonra bulundugunuz ortamda  "dogal lider"  konumuna yukselmemeniz icin hicbir sebep kalmaz.

Yukaridaki yontemler iki tarafin da az da olsa birlikte calismaya niyetli oldugu zaman ise yarayacaktir. Karsinizdaki kisi ne pahasina olursa olsun sizin varliginizi kabul etmemeye yemin etmisse bu konuda sizin yapabileceginiz fazla birsey yok tabi. Is hayati cetrefilli. Her zaman arzu ettiginiz kisilerle calismaniz mumkun olmuyor. Kendinizi surekli gelistirip etrafinizdakilerle iyi iliskiler kurdugunuz takdirde, yasli olsun genc olsun, herkes tarafindan takdir edilen bir konuma er ya da gec ulasabilirsiniz.

Viyana'dan sevgiler, selamlar :)

Aydede

25 Aralık 2010 Cumartesi

Networking Ne Ise Yarar, Nasil Yapilir?

Burada, Viyana'da tanidigim bir aile var. 30'lu yaslarin sonlarinda bir cift. 2 cocuklari var. Erkek calisip evin gecimini sagliyor. Erkek iyi para kazandigi icin kadin calismamayi tercih etmis, cocuklarini buyutuyor. Yillar once Amerika'da tanisiyorlar. Ikisi de yatirim bankaciligi yapiyor. Gunun birinde erkegin Avusturya'daki babasi beyin kanamasi geciriyor ve olumun kiyisina geliyor. Oglunu ariyor ve Avusturya'ya donmesini ve aile isini devralmasini istiyor. Boylece evlenip Avusturya'ya yerlesiyorlar. 13 yil boyunca isler harika gidiyor, aile isi herkese yetecek kadar gelir sagliyor ve Viyana gibi pahali bir sehirde yuksek bir yasam standardi tutturabiliyorlar. Bu arada hasta olan baba da zamanla iyilesiyor ve ise donecek hale geliyor. Ve iste o zaman kavga basliyor. Baba ogluyla cekismeye basliyor. Hastayken birakmak zorunda kaldigi koltugunu geri almak icin olesiye bir savas baslatiyor. Ve nihayetinde oglunu isten atiyor ve tekrar isin basina geciyor. 10 yil once Amerika'daki herseyini birakip gelen oglu bugun karisi ve iki cocuguyla neredeyse sokakta kaliyor. Ikinci bir gelirleri olmadigi icin yasadiklari kisa sureli panik doneminden sonra salim kafayla dusunup tekrar Amerika'ya donmeye karar veriyorlar. Donecekler ama nereye? Is yok, ev yok, okul yok. Hazirda biraz para var ama hazira dag dayanmaz. Ve ciftten Amerikali olan kadin aciyor telefon rehberini ve basliyor Chicago'da bildigi herkesi aramaya. 2 ay icinde esi Chicago'da bir ise giriyor.

Bu cifti yakindan taniyorum. Erkek oldukca kalifiye bir insan. Yillar icinde kendini mesleginde gelistirmis ve yetenekli. Ancak yillar once terk ettigi bir yere yillar sonra donup tekrar is bulmak her babayigidin harci degil. Hele ki Amerika gibi finansal krizle bogusan bir pazarda insanin kara kasina kara gozune bakip is vermiyorlar. Bu arkadasin hayatinin en zor doneminde dunyadaki en komplike pazarlardan birinde is bulabilmesinin en onemli sebeplerinden biri karisinin network'u oldu.

Bir insanin network, yani diger insanlarla baglanti, yaratmasi icin basina illa da yukarida anlattigim gibi dramatik olaylarin gelmesi sart degil. Network, ozellikle bugunun dunyasinda ictigimiz su kadar gerekli bir unsur. Insanlar kendini gelistiriyor, daha fazla bilgi ve deneyimle donatiyor ve gun gectikce piyasa daha rekabetci hale geliyor. Dolayisiyla insanin piyasa icinde kendisini ayristirmasi ve kendisiyle ilgili farkindalik yaratmasi daha da guc hale geliyor. Iste tam da bu sebepten dolayi network'e olan ihtiyac hizla artiyor. Buradaki "network"ten kastim torpil degil, yanlis anlasilmasin. Benzer niteliklere sahip iki kisi arasindan bildik ve tanidik olanin ise alinmasi daha olasi.

Peki networking nasil yapilir? Asagida, ise yaradigini dusundugum birkac yontem siraladim. Sizin de goruslerinizi merak ediyorum:

1. Caliskan olun, is yapmaktan gocunmayin. Ekmek artik aslanin agzinda degil, malesef midesinde :(

2. Isyerinde etrafinizdaki herkesle olumlu bir iletisim icerisinde bulunun. Kavgaci olmayin. Bugun astiniz konumunda olan biri yarin ustunuz konumunda olabilir, bunu sakin aklinizdan cikarmayin.

3. Iletisimi, yani Networking'i, isinizin bir parcasi olarak gorun. Zamaninizin %80'ini is yapmaya ayiriyorsaniz %20'sini insanlarla iletisim kurmaya ayirin. Bu oranlarin, yonetim kademelerinde yukseldikce degisecegini ve insanlarla birebir iletisime ayirmaniz gereken zamanin %20'den cok daha fazla olmasi gerektigini unutmayin.  

4. Tanidigim bazi CEO'lar gunlerinin neredeyse tamamini "networking" ve iletisime ayirmakta. Gun boyu insanlarla konusuyorlar, onlari dinliyorlar ve bilgi topluyorlar. Gun sonunda ofislerine cekilip gun boyunca topladiklari bilgi isiginda islerini tamamliyorlar. Networking yapmak icin gerekirse fazla mesai yapmaktan cekinmeyin.

5. Iyi bir dinleyici olun. Etrafinizda olan biteni ogrenmenin en kolay yolu iyi bir dinleyici olmaktan gecer. Icinde bulundugunuz ortamin sartlarini ve kosullarini anlayip hareket planinizi ona gore belirlerseniz hedefinize ulasmamaniz icin hicbir sebep kalmaz.

6. Etrafinizda islerini dogru ve layikiyla yapan kisileri onore edin, islerini yapmayanlara dogru yolu gosterin (tabi sizden yardim almaya isteklilerse). Kisacasi yikici degil yapici olun. Yapici olmak icinde bulundugunuz her ortamda prim yapmayabilir. Ancak emin olun ki bir zaman sonra yardima ihtiyaci olan siz oldugunuzda sizi taniyanlar sizinle ilgili izlenimlerine gore size yardim eli uzatacaklardir. Yapici insanlar her zaman icin yikici insanlardan cok daha fazla takdir edilir ve ilgi gorur.

7. Insanlarin sizi aramasini beklemeden siz onlari arayin, sorun. Cekingen olmayin.

Yukaridaki maddeler aslinda daha huzurlu ve doyurucu bir hayat yasamanizi da saglayacak yontemler. Isimizden ve hayattan beklentilerimizi gercege donusturmenin ilk adimi etrafimizdaki insanlarla iletisime gecmek ve onlarla baglanti kurmak olmali. Esim networking konusuyla yeni yeni ilgilenmeye basladi. Yillar suren cabalarim sonucu networking'in sadece "konusmak" olmadigini, kariyer acisindan ne kadar elzem oldugunu nihayet anlatabildim :) Ve gecen gun kendisi networking'e soyle bir tanim getirdi:

"Networking helps you not to die alone!"

Herkese insanlarla cevrili, bol iletisimli bir 2011 dilerim!

Viyana'dan sevgiler.

Aydede

24 Aralık 2010 Cuma

CHP Laikligi Anlamiyor, Dolayisiyla Savunamiyor

Laikligin bu derece tartismaya acilmasinda ben AKP'yi suclu bulmuyorum. Onlar bastan acikca laiklikle ilgili sorunlari oldugunu beyan ettiler ve politikalarini, ozgurlukler maskesi adi altinda laiklikle savas olarak zaten belirlediler. Erdogan'in iktidara gelmeden once Avrupa ve Amerika'yla ilgili bilgileri Arap ulkeleriyle ilgili bilgilerinden cok daha azdi. Sandi ki ozgurlukler yuvasi Avrupa'ya gidip  "Bakin, kadinlarimiz baslarindaki masum bir ortuden dolayi universiteye girme hakkindan mahrum birakiliyorlar. Kendi ulkemizde zenci konumuna dustuk, bu nasil ozgurluktur!" dediginde Avrupa kendisine arka cikacak ve AIHM'nin tum kararlarina karsin turbanin ogretim kurumlarinda serbest birakilmasi konusunda kendisine %100 omuz verecek. Ancak Avrupa'yi gezip gormeye basladi mi bakti ki isler sandigi gibi degil, Avrupa insana pabucunu ters giydirir. Anladi ki Avrupa'nin en buyuk korkusu fanatizm ve Islam. Anladi ki Avrupa'nin 1. Dunya Savasi'ndan beri Turkiye'yle ilgili, Ataturk'ten dolayi bir kuyruk acisi var. Anladi ki Avrupa ozgur bir Turkiye degil kendisine muhtac, vur ensesine al lokmasini agzindan tarzinda bir Turkiye hayaliyle yanip tutusuyor. Erdogan o zaman anladi Ataturk'un basardigi isin boyutunu. Ve ilk zamanlarda Ataturk'un adini bile agzini almazken son zamanlarda Ataturk'le ugrasmayi birakin ettigi her iki lafin basinda Ataturk'un adini minnetle anmaya basladi. Denize dusen yilana sarilir misali :)

Her neyse, benim asil bahsetmek istedigim CHP'nin laikligi ele alis sekli. Kilicdaroglu partiyi yeniden yapilandirmaya calisiyor. Bence iyi de yapiyor; AKP'nin boylesine alip basini gitmesinin bir sebebi de CHP'nin aczi. Parti icindeki kaosu bir tarafa birakirsak bence CHP'nin en onemli sorunlarindan biri laikligi ele alis bicimi. Her Turk dogdugu gunden beri laiklikle yatar kalkar, anayasanin ve ders kitaplarinin ilk maddesidir laiklik. Ogretim hayati haricinde egitim hayatinda ve gunluk yasantimizda da laiklikle ilgili surekli tartisir ve konusuruz. Laikligi seven-sevmeyen herkesin bu konuda soyleyecegi bir sozu illa ki vardir. Son zamanlardaki Laik-Musluman cekismesinden cok daha once laiklik bizim hayatimizin her zaman aktif bir parcasi olmustur. Dolayisiyla ben Turk halkinin her bireyinin, sevse de sevmese de, uygulasa da uygulamasa da, laiklik konusunda uzman oldugunu dusunuyorum. Ancak CHP'nin boyle bir halk icin laiklikle ilgili gelistirdigi tek soylem  "Laiklik elden gidiyor!".  Laiklik tartismalarinin dorukta oldugu zamanda bile laiklikle ilgili yeni soylemleri ve olabilecek cozum onerilerini AKP getiriyor. CHP, olan biteni seyredip sadece bunlara tepki gostermekle ve soylenmekle yetiniyor. Ornegin Abdullah Gul laiklikle ilgili objektif bir yorum yaptiginda CHP, millet olarak boylesine onemli bir konuda birlik olmak adina, Gul'un soylediklerini destekler yorumlar yapiyor. Ancak ne zaman ki Erdogan, coskulu ve kavgadan beslenen dogasiyla laiklikle ilgili sivri bir cikis yapiyor, CHP "ben size soylemistim, gordunuz mu Milli Gorus gomlegi hala uzerinde!" gibi bir korku salma taktigi disinda hicbir sey yapmiyor, yapamiyor. AKP'nin laikligi nasil orselemeye calistigini hergun kafamiza kakmak yerine laikligin bize kazandirdiklarini bize tekrar tekrar hatirlatmiyor. Cunku bizden once asil CHP AKP'den olesiye korkuyor. Ve bu korkusunu halka yansitiyor. CHP'nin Ataturk'un biraktigi bu paha bicilmez mirasi artik tasiyamadigini hissediyorum ve bu duruma cok ama cok uzuluyorum.

Blogumu takip edenler dinle ilgili goruslerimi bilirler. Din hayatimin cok onemli bir parcasi degildir. Dini inkar etmem, ancak din sadece ve sadece kulturumun bir parcasidir. Dolayisiyla din eksenli tum politikalar, okullar, insanlar ve kurumlar beni rahatsiz eder. Hayalim, din korkusundan sinmis ve buzulmus CHP'nin veya benzeri baska bir partinin bir gun AKP kadar cesur ve dirayetli hale gelmesi. Hayalim CHP'nin veya benzeri baska bir partinin bir gun laikligi iliklerine kadar hissetmesi ve onun getirdiklerini bana hergun, tekrar tekrar hatirlatmasi. Hayalim CHP'nin veya benzeri baska bir partinin biraz dunyaya acilmasi ve disaridaki laiklik uygulamalarini gorup aslinda Turkiye'nin radikal derecede laik bir ulke oldugunu anlamasi. Ancak o zaman "laiklik elden gidiyor" soyleminin ne kadar yanlis ve yersiz oldugunu anlayabilir ve Turkiye icin dogru olan Laiklik Yol Haritasi'ni cizebilir. Iste o gun CHP'ye veya benzeri baska bir partiye kerhen degil gonulden oy verecegim.

Turkiye'den daha az laik Avusturya'dan selamlar, sevgiler!

Aydede  

23 Aralık 2010 Perşembe

Noel ve Cami'yle sorunum var

Oldukca coskulu bir insanim. Hayata seyirci kalmak yerine hayati iliklerime kadar hissederek yasamayi seviyorum. Ailem benim olmazsa olmazim. Onlar icin yaptigim  "ayak islerini"  bile buyuk bir keyifle yapiyorum, cunku onlari cok seviyorum. Isimi de severek yapiyorum ve basarili olduguma inaniyorum. Ancak hayatta iki konu var ki bir turlu taraf olamiyorum, hatta taraf olma fikri bana cok itici geliyor: Din ve politika.

Yarin Noel'i kutlayacagiz. Biliyorsunuz Noel Hz. Isa'nin dogumgunu. Benim icin manevi anlamda hicbir degeri yok. Esim Katolik oldugu icin her yil Noel'i kutluyoruz. Noel kutlamalarina bayiliyorum. Noel agaci, agac susleri, cikolatalar, sekerler, aile yemekleri, fotograflar. Her yil Noel'de harika vakit geciriyoruz. Ardindan Yeni Yil kutlamasi, manevi anlamda benim icin bu daha degerli. Cocuklugumdan beri Yeni Yil'in gelisini hep buyuk bir heyecanla beklemisimdir. Yeni umutlar, yeni vaatler, aydinlik gunler :D Benim icin yilin en guzel zamanidir Yeni Yil zamani.

Uzun zamandir Hristiyanlarin cogunlukta oldugu yerlerde yasamaktayim. Iclerinde beni oldukca iyi taniyan arkadaslarim, hatta dostlarim var. Ancak her Noel'de bana cekinerek sorarlar: "Sen de evde agacini hazirladin mi? Noel'i kutlayacak misiniz?" Ben de  "Tabi ki, kocamin Katolik oldugunu unuttun galiba!" gibi kinayeli bir cevap veririm. Diyeceksiniz ki arkadaslarin Noel'in sana birsey ifade etmedigini bildikleri icin dikkatli davranmaya calisiyorlar ve kibarlik edip Noel'ini kutlamak yerine sana bastan soruyorlar. Ancak beni gercekten taniyanlarin hayatin degisik renklerine ne kadar acik oldugumu ve esime ve onun gelenek-goreneklerine ne kadar duyarli oldugumu dusunup Noel'de  veya benzeri kutlamalarda bana tereddutsuz bir sekilde yaklasmalarini bekliyorum. 

Benim insanlarin inanciyla ilgili hicbir sorunum yok. Inanan da inanmayan da, Budist olan da, Musluman olan da, ateist olan da inancini kendi ozgurluk sinirlari icinde yasadigi surece benim icin ayni derecede saygiya deger. Ancak ne zaman ki dini bir  "sirket"  veya  "kurum"  sekline sokup kati kurallarla donatip herkesin de bu kurallara uymasi ve taraf tutmasi bekleniyor, iste o zaman bende sigortalar atiyor. Cunku dindeki kati kurallar beraberinde dogmayi ve biati getiriyor ki ikisi de benim dogama ve kisiligime tamamen aykiri. Noel icimi isitiyor, Noel Agaci'nda Hristiyanlik dininin isiltili tarafini goruyorum. Ancak ne zaman ki dininin getirdigi kural geregi kendisini cinsellikten tamamen arindirmak zorunda olan bir rahip bunun acisini kucucuk bir cocugu cinsel olarak istismar ederek cikariyor, iste o zaman Hristiyanlik'tan ve onun kurallarindan nefret ediyorum. Islamiyet'in, diger tum dinleri taniyan tek din olmasi ve "digerlerine" hosgoruyle yaklasmasi, bana dinlerin olusturdugu karanlik tunelin ucunda gordugum bir isik gibi geliyor. Ancak ne zaman ki bir takim musluman gecinenler din ugruna ucaklari binalara carpip bircok masum insanin olumune sebep oluyor, iste o zaman Islamiyet'ten de nefret ediyorum. Anlayacaginiz tek bir dinin kalibi icine sigmiyorum, sigamiyorum. Hepsinin ulasmaya calistigi noktanin ayni oldugunu dusundukce dini sadece ve sadece icinde yasadigim kulturun bir parcasi olarak goruyorum. Ve hayatimdaki yerinin bunun otesine gecmesini istemiyorum.

Politika icin de benzer hislerim var. Azili bir sekilde CHP'yi veya azili bir sekilde AKP'yi veya MHP'yi veya herhangi baska bir partiyi desteklemeyi mantigim almiyor. Cunku her partinin bana gore bir egrisi ve dogrusu var, keske hepsinin sevdigim taraflarini harmanlayip kendi partimi kurabilsem, ama olmuyor iste. Secim zamani gelince benim hayata bakisima en uygun olan partiye oy veriyorum. Yazdigim bazi yazilara CHP'liler aliniyor, bazilarina ise AKP'ye yakin olanlar. Ben hicbirinin tarafini tutmuyorum. Ben, bana ve aileme ve insanliga iyiligi dokunan, yasama olumlu anlamda katkisi bulunan her partiyi, her Hristiyani, her Muslumani ve her ateisti can-i gonulden kucakliyorum.

Viyana'dan herkese Mutlu Noeller ve harika bir 2011 dilerim. Umarim Yeni Yil'da hersey gonlunuzce olur :D

Sevgiler,

Aydede

21 Aralık 2010 Salı

Yalnizlik

Viyana'da bir arkadasim var. Yalnizlik kelimesinin sozlukteki karsiligi gibi. 10 yil once tanistik. Hem isyerinde birlikte vakit gecirdik hem de is disinda arkadasligimizi devam ettirdik. Bu arkadasimin ozelligi nerede olursa olsun etrafini insanlarla kusatmasi. Isyerindeki ogle yemegi molasini sirf yalniz yemek yememek icin yan masada oturan is arkadasinin yemek saatine gore ayarlar. Karni acliktan zil calsa da arkadasinin isi veya telefonu bitene kadar kesinlikle yemege gitmez. Bu arkadasimin yalnizliginin tek bir sebebi var. Onu tanidigim 10 yil boyunca etrafimizda bulunan diger insanlar bir sekilde hayatlarina devam ettiler. Cogumuz evlendi, coluk-cocuk sahibi oldu, kimi bosandi, yeniden evlendi. Ama bu arkadasim zamani sanki 10 yil oncesinde dondurdu. Hayatini degistimek ve bir sonraki asamaya gecmek icin tek bir adim bile atmadi. Dolayisiyla hepimiz alip basimizi kendimize yeni yeni hayatlar kurarken o hep seyretti, hicbir yorum yapmadan, parmagini bile kipirdatmadan.   

Baslangicta bize kizdi. Yeni hayatlarimizi kurup kendi yollarimiza gittigimiz icin bizi bencillikle suclar gibi oldu. Ama bakti ki bizim tek yaptigimiz sadece ve sadece hayatin akisini takip etmek, o zaman anladi ki tuhaflik kendisinde. Biz hicbir zaman ona kendisini kotu hissettirecek en ufak bir imada bile bulunmadik. Bu durumunun asil sorumlusunun kendisi oldugunu dusundugumuz halde bunu kesinlikle kendisine hissettirmedik. Zaman icinde iliskimiz yine normale dondu, ancak daha az gorusur olduk. Hele de cocuklar olunca biz kendi dunyamiza daldik ve arkadasligimiz oldugu yerde dursa da birbirimize ayirdigimiz zaman yok denecek kadar azaldi. Seyreklesen gorusmelerimizde ortak konular azaldi. Bir dahaki gorusmemiz icin  o bugunden planlar yapmak istedi, ama biz onun hizina yetisemedik. Onumuzdeki hafta degil onumuzdeki ay goruselim dedik. Onumuzdeki ay cocugumuzun davetli oldugu bir dogumgunu partisinden dolayi onunla bulusmamizi iptal ettik. Ama o hic yilmadi. Bizi tekrar aradi ve tekrar bir bulusma gunu saptadik. 

Yalnizligin en kotu tarafi insanlara mecbur kalmak. Insanlarla zevk ve nese icin degil de mecburiyetten ve korkulardan dolayi bir araya gelmek. Gecenlerde arkadasimiza Viyana'dan ayrilacagimizi ve Istanbul'a yerlesecegimizi soyledik. Gozunden bir damla yas geldi. Ve hemen Istanbul'a gelebilecegi tarihlerin bir listesini yapmaya basladi. Istanbul'a geleceginden eminim. Temennim Istanbul'a yalniz degil de kolunda sevgilisiyle gelmesi :)

Yalnizlar sehri Viyana'dan iyi geceler :)

Aydede

20 Aralık 2010 Pazartesi

Yaslilar icin Mutluluk Sigortasi Var mi?

Dingin ve huzurlu bir sekilde yaslanan kimseye rastlamadim. Yaslanirken huzurlu mu olunur diyeceksiniz, haklisiniz, yaslanmak dogasi icabi sonlanmayi cagristiriyor. Kurabiye pisirip masal kitabi okuyan pamuk dede/nene gibi yaslilar sadece masallarin urunu. Yaslanmak, yillarin getirdigi yorgunluklarin ve ice atilan ofkelerin futursuzca yerlere sacildigi bir donemi cagristiriyor bende. Insan yaslaninca artik sabretmek istemiyor, her yemegi de begenmiyor, herkesle sohbet etmek yerine sadece dost bildikleriyle kaliteli zaman gecirmek istiyor.

Yasliliga nasil hazirlanmali? Bu zor gecisi en yumusak hale getirmek icin onceden neler hazirlamali? Para onemli bir faktor tabi. Ancak asagida sayacaklarimla karsilastirildiginda elde edilmesi en kolay olanlarin basinda geliyor bence. Zengin bir emeklilikten bahsetmiyorum, duzenli bir gelir ve calismayla fazla sarsintili olmayan bir emeklilik donemi hayal degil. Asagidaki faktorlerin insanin yaslilik hayatini huzur icinde gecirmesi icin paradan cok daha onemli oldugunu dusunuyorum:

1. Insanin sirtini yaslayabilecegi bir hayat arkadasi. Etrafimda yaslilik donemine  en azindan "tahammul edebildigi"  bir partnerle giren kisilerin sayisi bir elin 10 parmagini gecmez. Insanin yaslilik donemine partnersiz girmesinin bircok sebebi olabilir; erken olum, bosanmalar, hic evlenmeme, vs. Dolayisiyla insan esini secerken "ben bu kadina/adama omur boyu tahammul edebilir miyim?" sorusunu soruyor ve de buna olumlu cevap aliyorsa daha az turbulansli bir yasliligin kapisini hafiften aralamis demektir.

2. Saglik. Insan, hayati boyunca oyle silsilelerden geciyor ki, yaslanmanin getirdigi eskimenin haricinde saglik bircok ic ve dis etkenden dolayi cok hirpalaniyor. Dolayisiyla erken yaslarda sagliga gosterilen ozen daha dingin bir yasliligin yolunu aciyor.

3. Sosyal cevre. Bazilari der ya, "emekliligimi kucuk bir sahil kasabasinda, kendi yetistirdigim domates ve patlicani yiyerek gecirecegim" diye. Ben sahsen kendim icin bunu tahayyul edemiyorum. Insanin yaslandikca etrafinda daha cok dosta ve sevgiye ihtiyaci oldugunu dusunuyorum. Dolayisiyla insanin kendisini iyi hissettigi bir sosyal cevre yaratmasi ve bunu olanca gucuyle muhafaza etmesinin daha huzurlu bir yasliliga dogru atilan onemli bir adim oldugunu hissediyorum.

4. Bardagin dolu kismini gormek. Bu sadece yaslilik donemi icin degil, hayatin her doneminde yapilmasi gereken birsey. Ancak yasliligin dogasinda bulunan kotumserlik, panik, bezginlik, v.b. negatif duygulari az da olsa kontrol altinda tutmanin yollarindan biri de Polyanacilik oynamak olabilir.


Ben hic yasli olmadim, dolayisiyla yukarida yazdiklarim haricten gazel okuma gibi gelebilir kulaga. Sadece etrafimda yaslanma surecine girmis insanlara bakarak yaptigim gozlemler bunlar. Yukarida saydiklarimin hicbiri parayla satin alinamaz. Ayrica bunlardan hicbiri (para da dahil) %100 bizim kontrolumuz altinda olamaz. Insan omrunde bir de  "sans"  veya  "kader"  denen faktor var ki bu faktor insani alasagi edebilecegi gibi goklere de cikartabilir. Ancak ozenli ve akilli bir yaklasimla bu saydiklarimin en azindan bir kismini elde edebilirsek  "mutlu bir yaslilik"  yasamak icin saglam bir temel atmis oluruz, degil mi? Ne dersiniz? 

Kafasinda kirk tilki dolanan ve kirkinin da kuyrugunu birbirine degdirmemeye calisan Aydede'den sevgiler :D

19 Aralık 2010 Pazar

Neden Kocamla Evlendim?

Herkesin evlenmek icin bir sebebi vardir. Kimi evlenmek icin evlenir, kimi asik oldugu icin evlenir, kimi para icin evlenir, kimi de yalniz kalmamak icin evlenir. Benim evlenme sebebim sanirim bu saydiklarimin hepsinin bir karisimi :) Evlenmek icin evlendim, cunku sosyal ogretiler ve biyolojik durtuler sonucu zamanim gelmisti :) Asik oldugum icin evlendim cunku gercekten asik oldum (zaten oldum olasi asik olmayi sevmisimdir :) Para icin evlendim, kocam zengin degil ama bir elin nesi var iki elin sesi var misali ya da birlikten guc dogar misali, hayatin maddi tarafiyla tek basima mucadele etmenin ne kadar zor oldugunu anlayinca evlendim :) Yalniz kalmamak icin evlendim, cunku yalnizlik ebedi mutsuzlugun ve kronik hastaliklarin en buyuk sebebi :(

Bunlar evlenme sebeplerimdi. Peki neden kocamla evlendim? Onlari da soyle siralayabilirim:

1. Ayni hayalleri paylasiyor olmamiz. Ikimiz de seyahat etmekten cok zevk aliyoruz, cocuksuz bir hayat dusunemiyoruz, sinirimizin gokyuzu oldugunu dusunuyoruz ve birlikte yaslanmak istiyoruz.

2. Yabanci olmasi. Insanin dogdugu gunden beri icinde yasayip buyudugu toplumdan, kurallardan ve adetlerden bunaldigi zamanlar oluyor. Bir yabanciyla evli olmak bunlarin hepsinden kolayca siyrilip baska denizlere kolaylikla yelken acmama yardimci oluyor.

3.   Birlikte egleniyor olmamiz. 9 yillik birliktelik ve 2 cocuktan sonra hala birbirimizle dalga gecip gulebiliyoruz.

4. Sefkat. Problemli donemlerde insanin siginabilecegi en guzel liman sefkat. Birbirimizde sefkati buluyoruz, aglayacak bir omuz buluyoruz.

5. Cesaret. Evlenmeye karar verdigimizde esim gozu kara bir sekilde, tek basina dunyanin obur ucundan kalkti, dilini bilmedigi bir memlekete, Antep'e beni ailemden istemeye geldi. Hem de Allah'in emri, Peygamber'in kavliyle :)

6. Konusabiliyoruz. Hem konusuyor hem dinliyoruz. Ve ikisini de bikmadan usanmadan, kar-kis demeden, yorgunluk nedir bilmeden yapiyoruz. 

7. Guven. 2 cocukla gelen ekstradan 10 kiloya ragmen esimin hala ilk gunku askla gozlerimin icine bakmasi 50 milyon dolarlik bir hayat sigortasindan bile daha degerli benim icin.

Ne kadar harika bir es, degil mi? Tabi simdi ben size bardagin dolu kismini anlattim. Bir de bos kismini dinleyin, ama onu simdi anlatmayacagim. Belki ileride :)

Viyana'dan sevgiler.

Aydede

18 Aralık 2010 Cumartesi

"Iyi Bir Insan" Olmak Iyi Birsey mi?

Insanlarin dogustan  "iyi"  veya  "kotu"  dogduguna inanirim. Bunu ozellikle cocuklarim olduktan sonra daha net gozlemler oldum. Cocuklarimin arkadaslarina bakiyorum, melek gibi olanlarin yaninda gozleri fildir fildir donen, surekli bela arayan kelekleri de var. Bugun yaptiklarimiz ve kimligimiz, once karakterimizin sonra da ailemizin ve toplumun ogretilerinin bir urunu. 

Yapi itibariyle kiskanc biri degilim. Baskasinda olup da bende olmayani kiskanmam, boyle bir duygu yok kalbimde. Ancak hirsliyim, baskasinda olani ben de istersem, onunkini elinden almak gibi bir kotuluk yapmak yerine aynisini baska bir sekilde nasil elde edebilirim, onun yollarini ararim. Tanidigim veya tanimadigim herhangi birini zor durumda gorursem gulup gecemem. Yurekten uzulurum ve yardim etmenin yollarini ararim. Yardim edemesem bile en azindan elinden tutarim, yureklendiririm. Cocuklara karsi icimde sonsuz bir sevgi ve sefkat barindiririm. "Baskasinin cocugudur, banane" deyip gecemem, tum cocuklari cocugummus gibi severim. Ne kadar  "iyi"  bir insan profili, degil mi?  

"Iyi bir insan"  olmak basima cok is acti. Is hayatimin baslangicinda herseye  "evet"  dedigim, herkesle isbirligi yapmaya calisip herkesi mutlu etmeye calistigim bir donem oldu. Sonunda ne mi oldu? Herkes aldi basini gitti, ben oldugum yerde saydim. Sandim ki calismak, hatta cok calismak, isinde basarinin anahtari. Yani insanin tum iyi niyetiyle calisarak herseyin ustesinden gelebilecegi yanilgisina dustum. Hatta ilk isimden ayrilirken patronum bana soyle dedi: "Fazla kibar ve iyisin, biraz cevval ol!". Bu cumlenin kafama bir balyoz gibi indigini hatirliyorum :) Bunun disinda sosyal hayat icinde bazi insanlara bakiyorum. Herkesle arkadas olup herkes tarafindan aranan insan olmanin yollarini ariyorlar. Sonuc olarak gercek dostluklar kurmak yerine herkesle yuzeysel arkadasliklar kurmayi yegliyorlar.

Is ve sosyal yasam icinde fazla "iyi" olmak aslinda o kisinin omurgasiz oldugu izlenimini yaratiyor. Calisma hayatinda, kararlari erteleyen degil karar verme yetisine sahip olan, herkese "evet" diyen degil calistigi kurum yonetiminin cikarlari dogrultusunda hareket eden kazaniyor. Sosyal yasamda da herkese eyvallah diyen degil arkadaslarini dogru secebilen daha doyurucu arkadasliklar yasiyor ve gercek dostlar yaratiyor.

Gecenlerde bir arkadasim isyerindeki performans degerlendirmesini anlatti. Muduru arkadasim icin aynen su cumleyi kurmus: "Cok caliskansin, her isi zamaninda yetistiriyorsun ve cok iyi bir insansin." Aman dedim arkadasima, alarm zilleri caliyor. Calismaya devam, cunku calismayana ekmek yok. Ama bir dahaki performans degerlendirmende duyman gereken sey ne kadar "iyi" oldugun degil ne kadar "akilli" oldugun. Iyi insanlarin aslinda hayatta daha mutlu olabildiklerini, hayattan daha cok zevk alabildiklerini dusunuyorum. Ancak basariyi getiren, insanin "iyi kalbini" sadece ve sadece ailesine ve gercek dostlarina saklayip hayatin diger alanlarinda dogru ve akilli adimlar atmasi ve gerektiginde "hayir" diyebilmesi.     

"Iyi kalbini" sadece ve sadece ailesine ve gercek dostlarina saklayan Aydede'den sevgiler :)

16 Aralık 2010 Perşembe

Bana "sen sunu yapamazsin" de, hemen onu yapasim gelir :)

Herkesin bir bam teli vardir. Kimi surekli konusan insanlari sevmez, kimi surekli boburlenenleri sevmez, kimi goz onunde olmayi sevmez, kimi ise ikinci planda kalmayi sevmez. Benim en dayanamadigim sey ise sebepsiz yere birinin bana "sen sunu yapamazsin, unut onu!" demesi. Ayagimdaki nasira basilmis gibi hissediyorum bu zamanlarda. Ve bu cumleyi duydugumda beynimin otomatik olarak aldigi mesaj su: "Sen bunu bal gibi de yaparsin, neden olmasin!". Cocuksu bir tavir, degil mi? Bazen dusunuyorum da hayatim boyunca attigim onemli adimlarin bazilarini sirf  bana "sen bunu yapamazsin" dendigi icin atmisim. Bana inanmadiklari icin hirslanmisim ve calismisim. Calistigim isyerlerinden birinde birlikte calistigim ekip arkadaslarimdan teknik olarak daha donanimli konumdaydim. Sirketici egitim takvimi yayinlanmisti ve katilmayi cok arzu ettigim bir egitim vardi. Bu egitim icin sadece bir kisilik yer ayrilmisti. Ancak departman sorumlumuz is arkadasimin benden daha az donanimli olmasini sebep gostererek egitime arkadasimi gondermeye karar verdi. Ne kadar hayal kirikligina ugradigimi hatirliyorum! Baska bir ornek de calistigim baska bir sirketten aklima geliyor. Uluslararasi bir ekibimiz vardi ve ekip icinde belli insanlar deneyimlerine ve donanimlarina gore ekip liderligine yukseltiliyordu. Ben bu iki kriteri de karsiliyordum ancak ekip liderligi sirasi bir turlu bana gelmiyordu. Karar mekanizmasina dahil olan mudurlerden birine bunun sebebini sordugumda bana aynen su cevabi verdi: "Cok fazla hayal kurma, senden once Maria var." Maria donanim ve deneyim acisindan benden daha gerideydi, dolayisiyla Maria'nin neden benden daha oncelikli oldugunu sordugumda su cevabi aldim: "Iste!" Bam telime basilan bir olay daha! Peki ben bu iki olayda ne mi yaptim? Kesinlikle beynime giden mesaji takip ettim: "Sen bunu bal gibi de yaparsin, neden olmasin!". Birinci olayda departman mudurune ugradigim hayal kirikliginin buyuklugunu anlattim ve sirf "daha cok bildigim" icin cezalandirilmis olmanin ne kadar haksiz ve kifayetsiz oldugunu 2 gun boyunca anlattim. Ve hemen ek bir kadro acildi ve ben de egitime cok severek katildim. Ikinci olayda ise konuyu aninda kurumun en basindaki kisiye tasidim ve verilen bu tip kararlardaki departman politikasinin keyfi oldugunu ve bu durumda devam etmem icin pek bir sebep kalmadigini soyledim. Ve 3 saat icinde programin degistigini ve bir sonraki projede ekip lideri olarak atandigimi hatirliyorum.

Bu hikayeleri neden mi anlattim? Hepimizin basina uc asagi-bes yukari ayni olaylar geliyor. Bu tip olaylarda:

1. yaptiginiz isi hakkiyla yapiyorsaniz,
2. kendinize guveniyorsaniz,
3. bulundugunuz ortam icinde az da olsa rest cekebilecek bir durumdaysaniz,
4. ve de en onemlisi yaptiginiz isi seviyorsaniz

sessiz kalmayin derim. Konusun, hakkinizi arayin, talep edin. Gunumuzde kalifiye eleman sayisi gittikce artiyor ancak kalifiye isler ayni oranda artmiyor. Dolayisiyla konusan, talep eden kazaniyor. Aglamayana emzik yok misali :)

Viyana'dan sevgiler!

Aydede

15 Aralık 2010 Çarşamba

Cok gezen cok okuyandan daha cok bilir

Yasli bir adam genc bir adama birgun soyle dedi:

"Ben senden daha cok biliyorum, cunku bir zamanlar ben de senin gibi genctim. Ama sen hic yasli olmadin."

Hayata bakisimin sekillenmesinde tasrali olmamin buyuk etkisi oldu. Her zaman hem tasrayi bildim hem buyuk sehri, dolayisiyla karsilastirma yapma sansim oldu. Gaziantep'ten 18 yasimda Ankara ODTU'de universite okumak icin ayrildim. Kampuste tahmin edersiniz ki Turkiye'nin dort bir yanindan ogrenci vardi. Buyuksehirliler tarafindan Antep'le ilgili bana en cok sorulan soru neydi, biliyor musunuz? Antep'te yollar asfalt mi, yoksa tas-toprak mi? Ben de tum iyi niyetimle bu sorulara cevap verir, hatta Antep'le ilgili ekstradan bilgi verir ve bu insanlarin Antep'i artik daha iyi anladiklarini dusunurdum. Iki gun sonra ayni kisi Turkiye'nin dogudaki baska bir kentiyle ilgili oylesine cahilce bir yorum yapardi ki bu durum Antep'le ilgili anlattiklarimi sanki duvara anlatmisim hissi verirdi.

Turkiye'den cikin, yurtdisinda yasayan gocmenlere bakin. Ayni durum onlar icin de gecerli. Gocmen alan ulkeler her zaman icin gocmenlerin  "yardima muhtac insanlar"  oldugu kanaatiyle yasarlar. Arap gocmenlerin kadinlarina acirlar, Turk gocmenlerin parasizligina acirlar, Hint gocmenlere hizmetciligin otesinde is yakistiramazlar, Dogu Avrupali gocmenlerin kadinlarina tum Avrupa'da cinsel obje olarak bakarlar. Bu gocmenlerin bazilari yerli halktan daha bilgili ve donanimlidir, ancak gocmen olduklari icin deplasmanda top kostururlar.

Baslangicta tasradan gelen biri olarak ve yurtdisinda Turk pasaportumla yasayan biri olarak bu durum beni oldukca rahatsiz ediyordu. Onyargilarla savasiyor, Turkiye'deki insanlara benim geldigim Antep'i ve yabancilara benim buyudugum Turkiye'yi anlatmak icin firsat kolluyordum. Ancak her seferinde duvarla konusuyormus gibi bir hissiyata kapilmak beni kizdiriyordu. Sonra sonra anladim ki bu insanlarin bir kismi kesin onyargilarla dunyaya bakmaya yemin etmis kisilerdi, bu insanlara derdini anlatmanin akintiya karsi kurek cekmekten daha zor oldugunu anladim. Ve daha da buyuk bir grup insanin aslinda bir nevi kendi dunyasi icine hapsolmus, dunyadan pek de haberi olmayan ve de genel anlamda gununu kurtarmakla yetinen, yani dunyanin guzelim renklerine kapilarini tamamen kapatmis insanlar oldugunu anladim. O zaman anladim ki aslinda tasrali sehirliden daha cok bilir, cunku hem tasrayi hem sehri gormustur. Gocmen yerliden daha cok bilir, cunku hem kendi memleketini hem de goctugu memleketi gormustur. Bugun bir Istanbullu bilmez ki Antep 158 ulkeye ihracat yapan tesislere sahip. Bugun bir Avrupali bilmez ki Turkiye dunyanin en hizli buyuyen ikinci ekonomisi. 

Dunyada olup bitenlerle her zaman ilgili olmusumdur; kendi capimda okurum, tartisirim, arastiririm. Hayatimdaki en buyuk sanslarimdan birinin tasrali olmak ve Turk olmak olduguna inanirim. Daha iyiye ve daha guzele ulasmak ugruna hep seyahat ettim ve sonuc olarak kendi memleketimin konumunu daha objektif gorme sansim oldu. Antep ornek bir sehir; caliskan, ticarete yatkin, ekmegini tastan cikaran, canayakin. Turkiye ise guzel bir ulke; civisi cikmis bir dunya duzeninde dimdik ayakta duran ve gelecek vaat eden.

Bunu sadece okuyan degil, gezip goren bilir :) 

Viyana'dan selamlar.



12 Aralık 2010 Pazar

Avrupa'da Kronik Bir Laiklik Sorunu Var

Yazilarimi okuyanlar meshur Isvecli arkadasimi bilirler. Dun gece ailesiyle birlikte bize yemege geldi. Arkadasligimiz o kadar eglenceli ve hizli bir sekilde gelisti ki birlikte vakit gecirmekten buyuk haz alir hale geldik. Nedeni ise basit. "Otekinin" gercekten ne dusundugunu ve nasil biri oldugunu gozlemleme sansimiz dogdu arkadasligimiz suresince. Ikimiz de yapi itibariyle oldukca merakli ve dunya siyasetiyle ilgili insanlariz. Ayni cografyada yasiyor ve bu cografyadaki dinamikleri yakindan takip ediyoruz. Birbirimiz icin "oteki"yiz, ancak baska herhangi bir platformda bu "oteki" lik durumu araya bir duvar orecekken biz bu duvari bastan yiktik ve aramizda heyecanli bir iletisim agi kurduk.

Yemekte konu ilk olarak 2010 Nobel Odullerin'nden acildi. Biliyorsunuz, Nobel Baris Odulu'nu bu yil Cinli insan haklari savunucusu Liu Siaobo kazandi, ancak hapiste oldugu icin odulunu almaya gelemedi. Isvecli arkadaslar bu konu uzerine yuzlerinde dehset dolu ifadelerle konusmaya basladilar. Cin Devlet Baskani'nin bu odulu Cin'in ic islerine karismak olarak gordugune inanamadiklarindan ve Cin'in ne kadar barbar oldugundan bahsettiler. Onlar Cin hakkinda verip veristirirken ben bir taraftan Nobel Odulleri'nin ortaya cikisini dusunmeye basladim. Nobel Odulleri'nin fikri babasi Alfred Nobel adli bir Isvecli. Alfred Nobel dinamitin mucidi. Patlayicilara olan ilgisi sayesinde inanilmaz bir servetin sahibi oldu. Olene kadar Avrupa'dan baslamak uzere dunyadaki bircok ulkeye (ABD de dahil) silah ve patlayici satti. Yani anlayacaginiz Savas Baronu. Ancak bu durumdan vicdanen rahatsiz olmus olacak ki vasiyetinde servetinin 1/3'unun Nobel Odulleri adi altinda 5 dalda dagitilmasini istedi. Buraya kadar sorun yok, adam ticaret ugruna insanliga cok zarar vermis, sonra da pisman olmus ve servetini bagislamis, ne guzel diyebilirsiniz. Ancak bugun Isvec ekonomisi hala silah ticareti uzerine kurulu. Nobel Odulleri'ni dagitan Nobel Vakfi bile bugun elindeki parayi Amerika'nin en buyuk silah ureticisi iki sirketteki hisselere yatirarak buyutuyor ve odulleri bu fonla dagitiyor. Iste benim sorunum da burada basliyor.

Isvecli arkadaslar agiz dolusu Cin'e hakaret ederken ben de konuyu 2006'da Nobel Edebiyat Odulu'nu kazanan Orhan Pamuk'a getirdim. Cin'deki benzer tepkilerin daha yumusaginin Turkiye'de de olustugunu ve Pamuk bu odulu alinca Turkiye'de bircok kasin havaya kalktigini soyledim. Yemek masasindaki herkes dondu kaldi. Ve ben devam ettim. Nobel Odulleri'nin kokeninin  ve bugunku finansal kaynaginin bircok kimsenin midesini bulandirdigini ve isin bu kismini gormezden gelmenin mumkun olmadigini soyledim. Cin ile alip veremedigim birseyin olmadigini ancak Cin'in "Kral ciplak!" diye bagirarak bir nevi gercekleri gozler onune serdigini soyledim. Masadaki hava sifirin altina dustu. Sonra kapi caldi, baska misafirler geldi, biz de her zamanki gibi hayatin guzel ve eglenceli taraflarindan bahsederek gecemize sen-sakrak devam ettik. 

Avrupa'da beni en cok sasirtan nedir biliyor musunuz? Avrupa'nin urkekligi ve korkakligi. Herseyden korkuyorlar. Parasiz kalmaktan, kafalarina bomba yagmasindan, dislerinin dokulup disciye gidecek para bulamamaktan, Islami terorden, iklim degisikliginden, herseyden! Bunlar tabi ki korkulacak seyler, ancak bunlari degistirmek veya engellemek icin ellerine gecen firsatlari statukoculuk ugruna kaciriyorlar.  Bugun Amerika'nin dunyadaki tek guc olmasinin bir sebebi Sovyetler Birligi'nin yikilmasi ise diger bir sebebi de statukocu Avrupa.

Avrupa'yla ilgili benim gozlemledigim sorunlari soyle siralayabilirim:

1. Avrupa'da akut bir laiklik sorunu var. Avrupa kesinlikle laik degil. Avrupa Birligi'nin bircok  boyutu var; ekonomik, kulturel, askeri, vs. Ancak bunlarin hepsinin ortak paydasi din. Gundelik hayatlarini dine gore sekillendiriyorlar demiyorum. Ancak AB'nin getirdigi "yeni kulturlerle birlikte yasama" zorunlulugu Avrupalilari urkutuyor. Ve diyorlar ki "illa da birileriyle birlikte yasamak zorundaysak bari ortak bir yanimiz olsun". Insanlara en cazip gelen manevi deger de din oldugu icin dine sarilmis durumdalar. Yani Avrupa, AB'den sonra laiklige neredeyse tamamen hoscakal dedi. Bu anlamda, yani laiklik konusunda, Turkiye'nin Avrupa'ya katacagi cok sey oldugunu dusunuyorum. Nitekim birkac yil once Fransa Turkiye'deki laiklik uygulamasini inceledi ve bunu uygulamaya koydu.

2. Avrupa halklari bir tur korku imparatorlugu tadinda yonetiliyorlar, bu sozlerimin abarti oldugunu sanmayin. Turkiye'nin AB'ye girisine hayir deyin, yoksa Turkler Avrupa'yi istila eder, gereginden fazla buyuk evlerde yasamayin, giderlerle basa cikamazsiniz, cocuklariniza yuksek sesle konusmamayi ogretin, etraftakiler rahatsiz olur. Hatta gecenlerde Irlandali bir kiz arkadasim isten sonra isyerinden bir erkek arkadasiyla bir kafeye kahveye icmeye gitti. Tesadufen kocasi oradan gecerken onlara rastladi. Ve arkadasimi kolundan tutarak eve goturdu. Sebebi de su: "Ya annem ve babam buradan gecseydi de seni o adamla gorseydi? Ne derdim ben anneme ve babama???"  

3. Avrupa Birligi'nin asil kurulus amaci Avrupa'nin tekrar birbiriyle savasmasini onlemek, yani birbirlerinden korkuyorlar. Iki dunya savasi da Avrupa'dan, hatta benim su anda yasamakta oldugum sevgili Avusturya'dan kaynaklandi.

4. AB'nin asil amaci gecmisteki somurge duzenini bugun de devam ettirmek. Almanya ve Fransa'nin genislemeye karsi cikmasinin en buyuk sebebi buyuyerek herkesin esit hakka sahip oldugu kocaman bir birlik kurmak yerine sadece cekirdek bir kadronun yonettigi genis nufuz sahasina sahip bir birlik olmak. Yani Almanya ve Fransa kurallari koymak istiyor, kalan kucuk Avrupa ulkelerinin de bunlara uymasini istiyor. Turkiye gibi bir ulke ise arkasindaki imparatorluk deneyimiyle bu oyunun kurallarina kesinlikle uymuyor.

5. AB'nin bir diger kurulus amaci ise ABD ile mucadele etmek. ABD'nin Avrupa'daki nufuzunu kontrol altinda tutmak icin kriterlere uymayan ulkeleri dahi (Bulgaristan ve Romanya gibi) uyelige kabul ediyorlar ki bu ulkeler Amerika'ya yem olmasin. Yani soguk savas donemindeki Rusya-ABD arasindaki dengeyi simdi AB-ABD arasinda kurmaya calisiyorlar. Ancak AB statukocu zihniyetten bir turlu kurtulamadigi icin ABD surekli AB'ye nanik yapiyor ve ne yapmasi gerektigine surekli mudahale ediyor.

6. AB icinde iki grup var. Bunlardan birincisi Hristiyanlar, ikincisi ise Liberaller. Iki grup da nihayetinde Turkiye'yi istemiyor. Ancak bunu degisik sekillerde ifade ediyorlar. Sarkozy Ve Merkel Hristiyan Klubu'nun basini cekiyor. Bunlar Turkiye'yi istemediklerini acikca beyan ediyorlar. Yunanistan ve Kibris Rum Kesimi gibi liberaller ise Turkiye'yle muzakerelerin bloke edilmesinin en buyuk hata olacagini, Turkiye'yle muzakereler kesilirse Avrupa'nin Turkiye uzerinde kontrolunu yitirecegini soyluyorlar. Bugun Avrupa'nin en cok ihtiyaci olan sey enerji: Su, enerji, maden. Ve bu kaynaklarin 3/4'u Avrasya'da. Turkiye'de Avrasya'nin kapisi. Hal boyle olunca Turkiye ile ilgili ne yapacaklarini bilemez hale gelmis durumdalar.

7. Avrupa cesitlilikten hic hoslanmiyor. Kendi icindeki farkli renkleri kendi rengine boyayip entegre etmek yerine asimile etmeye calisiyor. Bunu yaparken de zaman zaman oldukca vahsi yontemler kullaniyor. Turkiye'yi Ermeni soykirimi ve Kurt sorunu gibi kendilerinin paha bicilmez katkilariyla yaratilan suni sorunlardan dolayi acimasizca elestirirken kendi insanlarina yaptiklari korkunc seyler hakkinda muthis bir otosansur uyguluyorlar. Isvec'in asil yerlileri Tatarlar ve Samiler. 1920-1980 arasinda Isvec Hukumeti bu iki irkin kadinlarini sistematik ve bilincli bir sekilde 60 yil boyunca kisirlastirdi. Dolayisiyla Isvec'te bugun bu iki irk yok olmaya yuz tutmus durumda.  Bunu da bilahare Isvecli arkadasimla konusacagim :)

10 veya 20 yil sonra Avrupa'nin nerede ve nasil bir konumda olacagini cok merak ediyorum. Siyasi analizci degilim, bunlar sadece okuduklarimdan ve yasadiklarimdan yola cikarak vardigim sonuclar.  Soylediklerim Turkiye penceresinden bakinca oldukca abartili ve biraz da anlamsiz gelebilir. Ancak seyahat etmenin bana kazandirdigi en onemli sey "otekilerle" birebir tanisma sansimin olmasi. Okumak onemli, ancak okuduklarini birebir yasama sansina sahip olmak daha da kiymetli.

Karli Viyana'dan kucak dolusu sevgiler.

Aydede

11 Aralık 2010 Cumartesi

Yurtdisinda Yasamak Iyi mi Kotu mu? 2. Bolum

Daha once yurtdisinda yasamanin faydalarini ve de ayni zamanda yan etkilerini anlatan bir yazi yazmistim. Zaman icinde bu yazima ekleme yapma ihtiyaci duyuyorum, su anda oldugu gibi. Asagidaki listeye soyle bir goz gezdirecek olursaniz yurtdisinda yasamanin ne menem birsey oldugu konusunda fikir sahibi olabilirsiniz:


Faydalari:

1. Ait olmadiginiz ve size ait olmayan bir yerde uzun sure yasayinca ulkenizi "gozunun ustunde kasin var canim, bu kadar da olmaz" gibi abidik gubidik seylerle suclamayi birakip ulkenizin gerceklerini (iyisini de kotusunu de) daha objektif gormeye basliyorsunuz.

2. Ulkenizi yeniden sevmeyi ogreniyor, hatta milliyetcilik tarafina dogru kaymaya basliyorsunuz. Bence guzle bir duygu bu, insanin icini isitiyor :) Aman ha, Devlet Bahceli'yi ozledigimi filan dusunmeyin :) Sadece evimi ozledim :)

3. Turk olmayan insanlarla arkadaslik kuruyor ve onlarin gecmisini, cocukluklarini, ailelerini ve gelecek beklentilerini ogreniyorsunuz. Iste altin anahtar burada! Turk olmayan insanlari bir sure dinledikten sonra bir de bakiyorsunuz ki aslinda hepimiz ayniyiz! Kulturel ve politik farkliliklarimizi bir kenara birakip insani boyutta, evrensel bir iliski kurdugumuzda aslinda hepimizin bir butunun parcalarini olusturdugumuzu goruyoruz. Ayni seylere guluyor, ayni seylere uzuluyor, ayni seyleri yiyor ve iciyoruz, arada nuans farklari var tabi. Bunun farkina varinca politikacilarin asil amacini sorgulamaya basliyoruz. Dunyadaki cikar dengelerine daha dikkatli bakmaya basliyoruz.

4. Ve bence yurtdisinda yasamanin en onemli faydasi birey olarak kendinizin ve de ulkenizin dunyada nerede ve nasil bir konumda durdugunu apacik gorebiliyorsunuz. Zayif noktalariniz ayna gibi yansiyor, guclu yonleriniz de hic olmadigi kadar belirgin hale geliyor. Dolayisiyla kendinizle ve geleceginizle ilgili kararlar verirken kulaktan dolma, televizyondan duydugunuz "Bati bizden fersah fersah ileride, biz neden onlar gibi olamiyoruz?" demagojisine kulaginizi bir guzel tikayip kendi yol haritanizi sagduyuyla ve akl-i selim bir kafayla cizebiliyorsunuz.

Bu blogtaki yazilarimda kullandigim olaylarin hepsi gercek ve hepsi yurtdisinda, Turk olmayan insanlarin icinde bulundugu olaylardan yaptigim alintilar. Olaylari okudugunuzda size ne kadar tanidik geliyor, degil mi? Iste ozumuzde hepimizin ayni oldugunun en guzel gostergesi :D

Viyana'dan kucak dolusu sevgiler.

Aydede

10 Aralık 2010 Cuma

Kadinlarin zoru ne?

Bu gece 2 kadin arkadasimla yemege ciktim. Belli araliklarla gorustugum iki arkadasim bu. Ucumuz birbirinden tamamen farkli kulturlerden geliyoruz: Biri Irlandali, biri Hintli, biri de ben. Gecmisimiz ve yetistirilme tarzimiz arasindaki farklardan dolayi arkadasligimiz oldukca renkli, daha once varligindan haberdar olmadigimiz bircok olayi ve duyguyu ilk defa birbirimizden duyuyoruz ve bu da arkadasligimizi oldukca eglenceli bir hale getiriyor. Gecmisimizin barindirdigi buyuk ucurumlarin aksine gelecekten beklentilerimiz ise uc asagi bes yukari ayni. Cocuklarimiza guvenli bir gelecek saglamak ve bu arada kendimizi de ihmal etmeyip hayatin tadini olabildigi kadar cikarmak.

Kadinlarin icinde bir  "dugme"  var. Dunyanin neresinde olursaniz olun karsiniza cikan herhangi bir milletten bir kadinin icindeki o  "dugme"  ye bastiniz mi yandiniz! Bu dugmenin adina ben  "haset dugmesi"  diyorum. Bu geceye donersek; hersey guzel basladi, ancak neredeyse isler sarpa sarmaya baslayacakti ki neyse ki restoran kapandi, biz de kalkmak zorunda kaldik. Mesele su: Hintli arkadas evinde kocaman partiler vermeye ve bir suru insan davet edip onlari agirlamaya bayiliyor. Irlandali arkadas ise Hintli arkadasin bu parti isini abarttigini ve bunu aslinda  "dikkat cekmek ve takdir edilmek"  icin yaptigini iddia ediyor. Burada asil mesele su, bazilariniza komik ve sacma gelebilir ama soyle ozetleyebilirim: Irlandali arkadasin evi 80 metrekare ancak vardir. Hintli arkadasin evi ise bunun nerdeyse 4 kati buyuklugunde. Bu da demek ki Irlandali arkadasin esi Hintli arkadasin esinden daha az para kazaniyor ve bu durum da Irlandali arkadasin icindeki  "haset dugmesine"  basiveriyor. Yarim saat bu konu etrafinda donduk, dolandik. Ben her zamanki gibi ortami yumusatmaya calistim ama nafile. Neyse ki garson imdadimiza yetisti, restoran kapandi da konu da kapandi. 

Boylesine incir cekirdegini doldurmayacak ancak sayica oldukca kabarik bircok ornek verebilirim. Sasaali bir kariyeri cocuk dogurdugu icin biraktigindan habire hayiflanan ve bunun acisini cocugunun odevini kendi yaparak cikarmaya calisan  "golge ogrenci"  anneler, en buyuk dogumgununu organize edip en lezzetli kurabiyeyi yapmak icin canini disine takan  "en hamarat"  anneler, cocugunun dogumgunu icin harcadigi paranin yan komsunun cocugunun dogumgunune harcanan paradan daha az oldugunu ogrendiginde sinifta kalmis bir cocuk gibi hisseden  "materyalist"  anneler, cocugunun gercekten kim oldugunu anlamaya calismak yerine cocugunu surekli baska cocuklarla karsilastirip yaris ati gibi yaristiran  "hirsli"  anneler. Bunlarin hepsinin icinde o  "haset dugmesi"  mevcut. Cocuk dogmadan once ise bu dugme isyerinde aktif halde. Cogunlugu kadin calisan olan kurumlarin ic dinamiklerine bir bakin. Buralarda alicengiz oyunlarina, dedikoduya ve cekismeye daha cok rastlayacaksiniz.

Kadinlarin cogunlukta oldugu ortamlarda calismakta hep zorlandim. Cunku benim beynim ozellikle is konusunda bir erkeginki gibi duz mantik ve sonuc odakli calisiyor. Sadece erkeklerin oldugu ortamlarda da bulundum ve orada da zorlandim. Erkek-egemen ortamlarda da kadin  "kadin"  oldugu icin genelde ikinci plana itiliyor. Benim kendimi en rahat hissettigim ortamlar kadinla erkegin esit oldugu ortamlar. Allah'in da bir bildigi var ki dunya nufusunun yarisi erkek, yarisi kadin :)

Kadinlarin erkeklerden cok daha komplike yaratiklar oldugunu dusunuyorum. Kadinlarin dogadan aldiklari icsel bir guc var; bu guc onlari aciya ve zorluklara karsi daha direncli kiliyor (yoksa nasil bebek dogururduk????). Ancak o  "haset dugmesi"  yok mu o  "haset dugmesi" ... Bir basilmayagorsun o dugmeye, kadinin beyni aninda kisa devre yapiyor ve guc kaynagi kesiliyor!

Bir kadin olarak kadinlari anlamakta zaman zaman zorlanan,

Aydede :) 

8 Aralık 2010 Çarşamba

Sevgi Kolay, Saygi Zor

Saygiyi kazanmak sevgiden daha zor. Sevgi, elinde olmadan kalbinden dogar ve birine bir anda baglaniverirsin. Birini sevmek icin yillar harcamana gerek yok, kivilcim ilk anda cakarsa sevgi doguverir. Birini sevmeyince de hic sevmezsin, kivilcim yoksa onu zorla yaratamazsin, kalbinin muktedir oldugu birseydir kivilcimi cakmak. Anne-baba-cocuk sevgisi sevgilerin en kolayidir, kosulsuzdur; dogustan bebekle birlikte sevgisi de gelir.

Saygi oyle degil. Sevgi beraberinde saygiyi getirmez, sadece sayginin yolunu acar. Saygiyi kazanmak icin bazen yillarini harcaman gerekir. Her insan icten ice saygi duyulmak ister. Anne-baba ister ki cocuklari sozunden cikmasin, yonetici ister ki ekibinde calisanlar bir dedigini iki etmesin, ogretmen ister ki  "susun cocuklar"  dediginde ogrenciler mum gibi oluversin. Ama olmuyor iste. Insan etrafindakilere her zaman her istedigini yaptiramiyor.

Saygiyi kazanmanin bircok yolu var. Ancak akilda tutulmasi gereken en onemli sey otoritenin kayitsiz-sartsiz saygiyi getirmeyecegini anlayarak ise baslamak. Etrafiniza bir bakin, ornegin isyerinizdeki yonetici pozisyonundaki insanlara. Bunlardan kacina gercekten saygi duyuluyor? Yoneticilerin en sik yaptiklari hatalardan biri pozisyonunun kendisine otomatik olarak sundugu  "yetki ve otorite"  yi kullanarak herkese istedigini yaptirabilecegini dusunmesidir. "Yetki ve otorite" emir-komuta zincirinin kosulsuz isledigi ortamlarda isleyebilir, ornegin ordu gibi. Ancak is hayatinda bir yoneticiyi sirtindan bicaklayabilecek en buyuk tehlikelerden biri ekibindeki insanlara  "yetki ve otoritesini"  kullanarak is yaptirmaya calismaktir. Insanoglu dogasi geregi kendini onemli hissetmek ve takdir edilmek ister. Bu ihtiyaci goz ardi eden bir yonetici isini muhafaza edebilir, ancak bulundugu konumun cok da otesine gecemez. Keza etrafinizdaki arkadaslarinizi dusunun. Iclerinde mutlaka annesiyle veya babasiyla papaz olmus, iyi gecinemeyenler, hatta saygida kusur edenler vardir. Ebeveyn-evlat iliskisinin yonetici-calisan iliskisinden daha derin oldugu asikar. Ancak ebeveyn-cocuk iliskisindeki saygi eksikliginin sebeplerinden biri de yine ebeveynin annelik ve babaliktan dogan dogal  "yetki ve otorite"sini cocuk uzerinden sert bir sekilde kullanmasi olabilir.

Aklima gelen en carpici orneklerden biri bir insanin anadilinin olusma sekli. Konusma terapistlerine gore bir cocugun beyni ortalama 5 dili ogrenme kapasitesine sahip. Ancak cocugun en nihayetinde anadili olarak sectigi dil evde konustugu dilden ziyade okulda konustugu dil. Nedeni ise cok basit. Evde kosulsuz sevgi ortami mevcut; cocuk yemek, oyuncak veya sevgi icin savasma geregi duymuyor. Ancak okulda rekabet, notlar, arkadaslik gibi cocugun savasarak kazanmasi gereken olgular isin icine giriyor. Cocuk icinde bulundugu toplumda iyi bir yer edinmek icin kendi capinda "savas taktikleri" gelistiriyor. Savasi kazanmak icin ise cocugun beyni ilk olarak en buyuk silah olan dile yoneliyor ve cocugun anadili okul dili oluveriyor.

Uzun lafin kisasi, saygi bedavadan elde edilebilecek birsey degil, kazanilmasi, ugruna savasilmasi gereken bir hak. Saygiyi kazanmak icin bazen susmak gerekir, bazen masaya yumrugu vurup son sozu soylemek gerekir. Bazen sadece dinlemek yeterlidir, bazen konusarak yol gostermek gerekir. Saygiyi hak etmek icin sozunun eri olmak ve caliskan olmak gerekir. En onemlisi de saygiyi kazanmak icin zaman gerekir. 

Sevgiler,

Aydede

6 Aralık 2010 Pazartesi

Turkiye radikal derecede laik bir ulke

Gecenlerde bircok milletten kisinin bulundugu bir yemege katildim. Grupta bir Israilli bir de Filistinli iki arkadasim da vardi. Daha tabaktaki yemeklere ilk catali batirmadan basladilar tartismaya, oyle sakin bir konusma da degildi yaptiklari, dupeduz kavgaya tutustular. Israilli diyor ki "ben Filistinlilerin derdini anlamiyorum, o topraklar bizim icin kutsal ve sizin de buna saygi gostermenizi bekleriz." Filistinli ise acti agzini, yumdu gozunu: "O kutsal dedigin topraklar bir zamanlar bizim olan ve sizin su anda isgal ettiginiz topraklar!" Tartisma oyle atesli bir hal aldi ki biz de ister istemez katildik, gecenin anlamina hic uymamasina ragmen. Tabi tartisma ustu kapali bir sekilde din eksenine kaymaya basladi, malum Israilliler'in argumani oralarin kendilerine ait  "kutsal topraklar"  oldugu yonunde. Ve durduk yerde gruptan bir Avusturyali dedi ki: "Zaten dunyanin gidisayi hic iyi degil. Baksaniza Turkiye'ye, nereye gittigi belli degil! Ordusu da fazla buyuk ve guclu, boyle demokrasi mi olur". Buyurun buradan yakin! Yani arkadas demeye getiriyor ki Turkiye Islami bir rejim olma yolunda almis basini gidiyor. Ordusu da gereginden fazla guclu, mazallah Yunanistan'i filan isgal ederlerse dayanirlar gene bizim Viyana kapilarina. Gulmeyin, vallahi abartmiyorum, tipik Avrupali'nin dusuncesi bu. Kotu baslayan geceyi daha da berbat etmemek adina bu arkadasla it dalasina girmedim, topu tekrar Filistin ve Israilli arkadaslara ativerdim. Gecemiz de zaten basladigi gibi tatsiz bir sekilde sona erdi.

Uzun suredir Avrupa'da yasiyorum, siyasi atmosferi ve sokaktaki insanin ne dusundugunu az da olsa okuyabiliyorum artik. Avrupa ulkeleri birbirlerinden cok cok farklilar. Balkanlar'in tamamen kendine ozgu bir kulturu var. Dogu Avrupa ve Rusya deseniz hala  "post Berlin Wall"  yani  "Berlin Duvari sonrasi"  sendromu yasiyorlar. Orta ve Bati Avrupa'nin paylastigi degerler birbirine daha yakin. Kuzey Avrupa ise  "progressive nations"  denen cinsten, yani yeniliklere daha acik ve statukodan diger Avrupa ulkelerine nazaran biraz daha uzak. Ancak hepsinin ortak ozelligi Hristiyan olmalari (Bosna-Hersek gibi birkac ulke haric). Sanirim Avrupa Birligi'ni icindeki tum ayriliklara ragmen birlik yapan ozelliklerden biri de bu. 

Benim en cok ilgimi ceken ise bu yazinin konusu olan laikligi bu ulkelerin uygulama sekli. Avrupa ulkelerinde din ve kilise gunluk hayatin iliklerine kadar islemis durumda. Almanya'da ulkeyi yoneten partinin adi  "Alman Hristiyan Demokrat Birlik Partisi". Avusturya'da insanlar  "din vergisi"  adi altinda bir vergi oduyorlar. Italya'nin ortasinda zaten Vatikan gibi ayri bir ulke var, insanlar kollarinda-bacaklarinda-yanaklarinda hac seklindeki bilezik ve dovmelerle geziyorlar. Papa'nin en buyuk hayranlari Guney Irlanda'dan cikiyor. Avrupa'dan cikin, Latin Amerika'ya gidin orada da durum farkli degil. Katoliklik Latin Amerika'ya Ispanyollar tarafindan pek de nazik olmayan yontemlerle bir nevi zorla kabul ettirilmis olmasina ragmen bugun Latin Amerika Katolik kimligiyle gurur duyuyor.

Benim esim bir Katolik. Liseye kadar sadece erkeklerin oldugu Katolik bir okulda okumus. Ancak ne onu tanimadan once ne de onu tanidiktan sonra herhangi fanatik veya dogmatik bir dusuncesini veya davranisini ne gordum ne de duydum. Katolik evliliklerde kilise seremonisi cok onemli, resmi nikah sadece birkac davetlinin ve sahitlerin katilimiyla yapilan sembolik bir imza atma toreni. Esim kilisede evlenmek istedi, ancak sonradan kilise nikahinin uzun prosedurlerine takilmamak icin Ankara'da Turk geleneklerine gore evlenmemizi kendisi teklif etti. 10 yil once tum bunlari gozlemlemeye basladigimda bir zamanlar burokrat olan esimin Katolik enistesine su soruyu sordum: "Dinin bu kadar on planda oldugu ulkenizde laik bir sistem mi var?"  "Evet" dedi.  "Peki dinle bu kadar hasir nesirken laik oldugunuzu nasil iddia ediyorsunuz?"  dedigimde ise sorunun icerigini anlamadigindan cevap veremedi. Yani anlayacaginiz din ile ilgili alip veremedikleri herseyi Orta Cag dedigimiz karanlik donemde halletmisler ve dinleriyle baris imzalamislar.

Bu baglamda Islamiyet'e baktigimizda ise durum tam tersi. Dunyada nufusu musluman olan ulkelere baktigimizda hemen hemen hepsi ya kati ya da ilimli Islam modeliyle yonetiliyor. Din kulturun bir parcasi olmaktan ziyade gunluk hayatin kurallarini belirleyen bir yonetim sekli olarak algilanmakta. Din dogasi geregi icinde dogmayi ve biati barindirdigindan hukmettigi insanlar arasinda isyan duygusunu ister istemez tesvik ediyor. Ornegin Victoria's Secrets ic camasirlarinin en cok satildigi ukelerin basinda Iran geliyor. Dunyada musluman olan-olmayan tum ulkeler icinde laikligi radikal bir sekilde uygulayan tek ulke var, o da Turkiye. Bu da Ataturk sayesinde oldu. Ataturk'un tavizsiz bir sekilde uyguladigi  "radikal laiklik" hem bugunku modern Turkiye'yi kurdu hem de yine bugunku laik-musluman tartismasinin fitilini atesledi. Olumlu veya olumsuz, icinde radikal unsurlar barindiran her ortamda oldugu gibi radikal laiklik karsiliginda bugunku din eksenli Turk siyaseti dogdu. Din eksenli politikanin Turkiye'de bu kadar basarili olmasini sadece AKP'nin basarisi olarak gormek dogru olmaz. ABD Irak'i isgal ederek zaten dunya politikasini din eksenine oturttu, AKP bu ruzgari da arkasina alarak pupa yelken din denizine acildi. 

Ataturk Turkiye Cumhuriyeti'ne  "radikal laik"  damgasini vurmamis olsaydi Turkiye Cumhuriyeti en azindan Suriye gibi ilimli bir Islam Cumhuriyeti olarak dogar ve bence bugunku Arap ulkelerinden bile daha geride olurdu. Ataturk gibi bir liderin Turkiye'den cikmasi Turkiye gibi cetrefilli bir ulkenin bana kalirsa en buyuk sansi olmus. Ataturk'un yarattigi bu  "radikal laik"  rejimi bugune kadar anayasayla koruduk, askerle koruduk ve hic kimsenin dokunmasina izin vermedik. Ancak dunyanin din eksenine oturmasiyla Turkiye'nin de Pandora Kutusu acildi. Dogrusunu isterseniz ben kutunun acilmasindan yanayim. Konusup tartisalim ki yeni dunya duzeninde Turkiye'yi daha guclu nasil konumlandirabilecegimizin yollarini bulalim. Tartisirken dinimizle barismanin ve dinimizi de kucaklamanin yollarini arayalim. Ancak bu tartismalar esnasinda insanin tuylerini diken diken eden gelismeler de yasanmiyor degil. Turbaniyla zorla derse girmeye calisan 10 yasinda dunyadan bi-haber bir cocuk, telefon dinlemeleri, yersiz tutuklamalar, "vur abaliya" seklinde orduya yuklenmeler, vs. Bir de tum bunlarin ustune ciyak ciyak bagiran bir medya. Ortalik toz-duman.

Uzun lafin kisasi, din eksenli yeni dunya duzeninde benim hayalimdeki Turkiye soyle:

1. "Radikal laik" degil de sadece "laik" olan bir Turkiye

2. "Laiklik elden gidiyor!" veya  "Imam Hatip'li olmakla gurur duyuyorum"  gibi ucuz din somurusunun yapilmadigi bir Turkiye

3. Oruc tutmanin veya tutmamanin mesele yapilmadigi, Ramazan cadiriyla ickili lokantanin yanyana oldugu bir Turkiye

4. CHP'nin cuma namazina katildigi ve bunu medyada afise etmek icin degil de halkla butunlesmek icin yaptigi bir Turkiye.

Benim bu yil Noel Baba'dan istediklerim bunlar. Umarim Turkiye'deki herkesin dilegi de birgun yukaridaki liste gibi olur.

Noel icin gelin gibi suslenmis, isil isil Viyana'dan hepinize sevgiler!

Laik Aydede :D

5 Aralık 2010 Pazar

Seni terk eden babani affedebilir misin?

Yasamimda yeni bir donemece girdigimi hissediyorum. Bu degisim bazen yavasca bazen oldukca hizli, ancak dogal bir akisin sonucu oluyor. 10 yil once hayat benim icin daha siyah-beyazdi, arada grilerim yoktu. Kurallarim daha kati, beklentilerim daha tavizsizdi. Ornegin, arkadasliklarimin surekli doludizgin ve coskulu surmesini beklerdim. Simdi ise arada molalar verip bir sure ozledikten sonra arkadaslarima donmeyi tercih ediyorum. Veya benim icin iyi politikaci ve kotu politikaci vardi, arasi yoktu. Simdi ise sevmedigim bir politikacinin yaptigi dogru seyleri de gorebiliyor ve dunyada olup biten olaylara daha kusbakisi bakabiliyorum.

Ancak bir taraftan eskiden kati bir tavir takindigim olaya karsi tutumum yumusarken diger taraftan baska olaylara karsi elimde olmadan sert tutumlar gelistirmeye basladim. Bunlarin basinda da aileyle ilgili olanlar geliyor. 

Soyle bir olay dusunun: Birkac cocuklu bir aile. Anne ve baba baslarda normal bir aile goruntusu ciziyorlar. Ancak sonra ne oluyorsa oluyor ve baba ailevi sorumluluklariyla ilgili yan cizmeye basliyor. Isten kazandigi ve cocuklarinin rizki olan parayi goturuyor kumara yatiriyor, baska kadinlarla gonul eglendiriyor, zaman icinde isini de batiriyor.  Hatta isi oyle noktalara vardiriyor ki ailesine ve ozellikle cocuklarina ciddi sekilde zarar vermeye basliyor. Ornegin cocuklarindan birisini surekli digerine karsi dolduruyor, onlari birbirine dusuruyor, eve hacizler geliyor, vs. Ve tum bunlar cocuklarin gozu onunde cereyan ediyor. Cocuklar sansliysa anneleri ayakta kalabiliyor ve tum bu olumsuzluklara karsi savasiyor ve cocuklarini ve kendisini bir sekilde duze cikartiyor. Yanlis anlamayin, burada erkegi "kotu adam" rolune koydum ama bu pekala kadin da olabilir. Ancak genelde kotu adam'i oynayan erkek oluyor.

Insanlar zaman icinde degisir, hatalar yapar sonra bu hatalardan pisman olup bozdugunu tekrar duzeltmeye calisir. Ancak cocuklara yapilan kotulukler cocuklarda tedavi edilemez yaralar aciyor ve bunlarin izi omur boyu silinmiyor, silinemiyor. Bir insanin bir cocugu dunyaya getirip sonra su veya bu sebeplerden dolayi bu cocugu terk etmesini anlamiyorum. Ebeveynlik herhangi bir is degil ki istemedigin zaman istifa edesin. Bu terk etme ister fiziksel ister ruhsal olsun her sekilde cocugun cocuklugunu elinden alan, cocugun vakitsiz buyumesine yol acan bir durum. Hatta oyle insanlar var ki cocugunu terk edip ona olabilecek en buyuk kotulugu yaptiktan yillar sonra cikip af bekleyebiliyorlar, hicbir sey olmamis gibi tekrar onun hayatinin bir parcasiymis gibi davranmak isteyebiliyorlar, sirf biyolojik anne veya babasi oldugu icin.

Yukarida bahsettiklerim biraz filmvari gelebilir ama etrafimdaki bazi insanlarin yasadigi gercek hikayeler. Bu hikayelerden birinin kahramani olan bir cocuk bugun artik buyumus ve kendi hayatini, kendi ailesini kurmus, doludizgin yasiyor. Ancak gecmiste kalan babasi kendini sikca hatirlatir oldu, torunlarina dedelik yapmak istedigini soyluyor. Firari, tekrar aileye girmek istiyor, ama af dilemiyor. Tekrar birlikte olmak istiyor ama gecmiste yasananlarin olanlarin sucunu kadere atiyor. Dogrusu bu davranis bana cok gaddar ve sinsi geliyor. Bu kisinin ne babaligi ne de dedeligi hakettigini dusunuyorum.

Fazla mi sert dusunuyorum, ne dersiniz? 

Katilasmaya yuz tutmus Aydede :-O

3 Aralık 2010 Cuma

Paranoyak Avrupa!

Dun gece Avusturyali bir arkadasim bizde yemekteydi. Turk yemeklerine bayiliyor, ben de kendisini ve ailesini davet ettim. Yedik, ictik, sohbet, muhabbet derken benden Turk kahvesi istediler ve de ustune fal bakmami istediler. Ben de dun aldigim taptaze kahveyle bir guzel kopuklu kahve yaptim ve de fincanlari kapattik. Avusturyali arkadasim  "kahve fali bakma"  lafinin uzun zamandir Almanca'da, ozellikle Avusturya Almancasi'nda, artik deyimlestigini soyledi. Icimden dedim ki: "Oh nihayet, bir Avusturyali'nin agzindan Turklerle ilgili hos birsey duyacagim."  Nerde!!! Meger 1683'teki 2. Viyana Kusatmasi sirasinda Avusturyalilar Turklerin kahve fali bakma eylemine tanik olmuslar. Kusatma basarisizlikla sonuclaninca da  "Turklerin kahve fallari ufurukten cikti, Viyana'yi alamadilar" diye sevinc naralari atmislar. O gun bugundur ne zaman biri ufurukten veya uydurma bir haber yapsa veya konussa onu elestirenler  "oglum kahve fali mi bakiyorsun, iyi attin ha"  derlermis. Merzifonlu Kara Mustafa Pasa'nin savas stratejisini belirlerken kahve falina ne kadar itibar ettigini bilmiyorum, ancak Viyanalilari iyi korkuttugu kesin. Kusatma'dan neredeyse 350 yil sonra hala Turkler'den korkuyorlar ve, acikca kabul etmeseler bile, nefret ediyorlar. Diger taraftan, cok degil, bundan 65 yil once 2. Dunya Savasi'ndan sonra Viyana'yi isgal eden Fransizlar'i minnetle aniyorlar. Cunku Fransizlar onlari kurtarmaya gelmis.

Avrupa'nin Turk algisiyla ilgili birkac ornek vermek istiyorum ki Avrupa'nin paranoyasinin boyutlarini iyi anlayalim:

- Viyana'daki Turk Elciligi'nde calisan diplomatlardan birinin 9 yasindaki oglu Viyana'daki devlet okullarindan birine basladi. Her cocugun yapacagi gibi arkadas edinmek istedi. Ancak okuldaki Avusturyali bir sinif arkadasi dedi ki: "Agzinla kus tutsan seninle arkadas olmayacagiz, cunku sen Viyana Kusatmasi'ndan geliyorsun!". Bizimkinin babasi diplomat oldugu icin tabi konuyu hemen okul yonetimine cok sert bir sekilde intikal ettirdi ve ogretmen gozyaslari icinde, tir tir titreyerek ozur diledikten sonra sorun yaratan ogrenciyle ilgili gerekli onlemleri aldi. 9 yasindaki cocuklar okulda henuz Viyana Kusatmasi'ni ogrenmiyorlar. Demek ki bu cocuk bu bilgiyi evde ve sokakta duydu. Yani Viyana Kusatmasi bir anlamda tekerleme tadinda anlatilan korkunc bir hikaye seklini almis. Turk diplomat, diplomat kimligi ve yillarin verdigi tecrubeyle oglunu koruyabilmis, bir de buradaki isci sinifi Turk gocmen cocuklarin halini dusunun :(

- Birkac hafta once Viyana'da belediye secimleri oldu. Asiri sagci FPO Partisi ve lideri Strache Viyana'daki oylarin %27'sini aldi ve herkes sok oldu, ozellikle iktidardaki Sosyal Demokratlar. FPO'ye oy verenlerin profili ise daha ilginc. Viyana'daki Sirp gocmenlerin %70'i Strache'ye oy vermis. Duydugumda "nasil yani, Strache yabanci dusmani, Sirplar aptal mi ki tutup oylarini FPO'ye vermisler?" dedim ve dedigimle kaldim. Secim sonuclarini siyasi anlamda benden cok daha iyi yorumlayan arkadasim dedi ki: "Burada genel anlamda herkes Muslumanlara karsi. Soz konusu ozellikle Turkler olunca icindeki tum fikir ayriliklarina ragmen, tum Avrupa Turkler'e karsi kenetleniyor. Muslumanlar'i en istemeyen gocmen toplulugunun basinda ise Sirplar geliyor. Zaten secim afislerinden birinde Strache'nin bir pozu vardi. Gomleginin kollarini siviyor, isbasi yapacakmis gibi, ve bileklerinden birinde Sirp Ortodoks Kilisesi'nin amblemini iceren bir bileklik var. Dusmanimin dusmani dostumdur misali. Bu arada buradaki Turkler'in %5'i de Strache'ye oy vermis. Neden mi? Bunlar Kurt ayrilikcilarmis. Strache bunlara vermis gazi "ozgur olmalisiniz, kendi topraginiz olmali, Turk boyundurugundan cikin!" diye, biraz da yardim etmis, bilemiyorum bulgur-mercimek mi vermis yoksa para mi. Bizimkiler de tutmus bu adama oy vermis.

Heyecanimi mazur gorun, yuregim kabardi yine. Daha boyle cok hikaye var da hepsi birbirinin aynisi, anlatmaya degmez. Diyecegim o ki mesele AB normlarini yerine getirme meselesi degil, mesele Turkiye'nin Avrupa gozundeki imaji. Avusturya kucuk deyip gecmeyin, bu ve bu tip olaylar Almanya, Fransa, Hollanda gibi AB'nin lokomotif ulkelerinde de oluyor. Peki ne yapmak lazim? Asagidakileri yaparak bir nebze de olsa ibreyi kendimize cevirebiliriz diye dusunuyorum:

1. AB projesi (ki AB'ye katilmayi gercekten istiyorsak) Turkiye acisindan sadece standartlara uyum saglamakla olacak bir is degil. Gercek anlamda bir  "kulturel tasdik"  projesi. Bu baglamda bizim degistiremeyecegimiz bazi seyler var. Ornegin Turkiye, Avrupa ic politikasindaki populist politikacilar tarafindan cok kullaniliyor. Degisime kapali ve statukocu Avrupali politikacilarin halki korkutmak ve statukoyu devam ettirmek icin en cok kullandiklari ornek Turkiye. Bu durumu toptan degistiremeyiz, ancak verdigimiz mesajlarla yumusatabilir, en azindan insanlarin kafasinda "acaba"lar yaratabiliriz. 

2. Nasil dogru mesajlar verebiliriz? Oncelikle bizim de kendi icimizdeki kisir tartismalardan kurtulmamiz lazim. Dolandik bir turban olayina, cikamadik icinden. Bati'nin ve diger Islam ulkelerinin anlamadigi Turkiye'nin "radikal bir laik" ulke oldugu. Kurdugumuz rejimi o kadar siki kucaklamisiz ki kimse ve hicbir sey ona zarar vermesin istiyoruz. Dolayisiyla laiklik anlaminda cok kati kurallarimiz var. Benim gorusum bu kurallarin devam etmesinden yana (unutmayin ki birkac yil once Fransa Turkiye'de ozellikle turban konusundaki uygulamalari ornek alan bir calisma yapti). Burada beni rahatsiz eden tek nokta basini ortmek isteyen bir kizin universiteye girememesi. Kendi icimizdeki kulturel farkliliklari toplumsal mutabakat yoluyla kucaklayarak ise baslamaliyiz.   

3. Hosuma gitmeyen bir diger konu ise ulke yoneticilerinin eslerinin saclarini siki siki, tek bir tel bile gorunmeyecek sekilde sarip sarmalamalari. Saclari bir ortunun altina siki siki saklamakla basi ortmek arasinda buyuk bir fark oldugunu artik 5 yasindaki cocuk bile anladi (bu arada benim ailemde de basortulu insanlar var, ama sadece basortulu, hicbir siyasi amac gutmeyen). Gecenlerde Almanya Cumhurbaskani Turkiye Cumhurbaskanini ziyarete geldi. Bu ziyaretten kalan fotograflara bakin. Iki First Lady'nin tarzlarinin karsilastirmasi. Burada Turkiye'nin verdigi mesaj su :"Biz her tur degisime kapaliyiz, bizi sevecekseniz boyle sevin." Almanya'nin, ve dolayisiyla Avrupa'nin aldigi mesaj ise su :" Biz zaten sizin boyle oldugunuzu biliyorduk. Dis gorunumunuze bunu artik devlet kademesinde ve alenen yansitarak bunu tasdik ettiniz!" 

Turkiye ekonomisi buyuyor, herkesin istahini kabartiyor ve ulke umut vaad ediyor. Ancak dunyaya tamamen yanlis bir mesaj veriliyor. Insanlarin en azindan asgari mustereklerde bulusup birlikte yasamaya niyet etmeleri icin oncelikle birbirlerinden korkmamasi gerek. Ancak din merkezli bir siyaset anlayisi bunun tam tersi bir durum yaratiyor. Bu sadece Turkiye'nin sorunu degil, Irak Savasi'yla Amerika "din savaslarini" zaten baslatti. Turkiye bu korkulari azaltabilecek konumdaki dunyadaki yegane ulke. Cunku dunyada laikligi kati bir sekilde uygulayan tek Musluman ulke. Dolayisiyla Turkiye'nin verdigi mesajlar dunya siyasetini herhangi bir ulkeden daha cok etkiliyor.

Bu konuda daha cook yazarim da yerim kalmadi, oldukca da uzun bir yazi oldu. Simdilik konuyu burada kapatiyorum ve sizin goruslerinizi merak ediyorum.

Bu arada Avusturyali arkadasimin kahve fali harikaydi :) Guzel bir gelecek kendisini ve ailesini bekliyor. Vallahi ufurmedim, ne gorduysem soyledim :)

10 yil icinde %40'i Turk olacak Viyana'dan sevgiler :)

Aydede

Gaziantep'e merhaba!

Ben Gaziantep'liyim ve bununla hep gurur duydum :) Yillar sonra Antep'teki okul arkadaslarimdan Bora Zor ile Facebook vasitasiyla tekrar baglantiya gectik. Bora bir gazeteci oldugunu ve blogumda yazdigim yazilara Gaziantep Ekspres Gazetesi'nde yer vermek istedigini soyleyince cok heyecanlandim ve gururlandim. Uzaktan da olsa memleketimle tekrar baglantiya gecmek beni inanilmaz derecede mutlu etti.

Bundan boyle haftada iki kere yazilarimla size ulasacagim. Amacim gunluk kosturmaca icinde yuzunuze bir tebessum kondurmak ve biraz da dusundurmek.

Canim Antep'ime Viyana'dan kucak dolusu sevgiler, selamlar.

Nil Akan Palacios

Aynada kendi yuzune dikkatlice baktin mi hic?

Bunaldiginiz zaman rahatlamak icin ne yaparsiniz? Mesela ben hemen arkadaslarimi ararim, ailemi ararim, sevdigim insanlarla sohbet ederim. Bazen onlara sikintimi direkt olarak anlatir ve yardim isterim, bazen de sadece onlari dinler veya havadan sudan bahsederim. Bunun disinda yurumek beni cok rahatlatir. 2 saat durmaksizin yuruyebilirim. Ancak tum bunlari yaparken kafamdaki bir sayac surekli isler. Canimi sikan konuda ben nerede hata yaptim? Bazi seyleri farkli yapsaydim sonuc farkli olur muydu? Genelde de hatali yaptigim seyleri ayna gibi gorurum ve bir daha onlarin yakinindan gecmemeye calisirim.

Aynayi kendine cevirip kendi yuzundeki  "defolari"  gormek tehlikeli boyutlara da ulasabilir. Fazla mukemmeliyetci insanlar genelde bunun dozunu kacirir ve kotu sonuclanan her olayda kendi hatalarini aramaya baslarlar. Bu da insani mutsuz ve yetersiz hissettirir, hep baskalari hakliymis hissiyati verir. Ancak bir de aynada hicbir sekilde kendi yuzune bakmayan, kendi defolarini gormeyen insanlar var ki onlar da kronik mutsuz olmaya mahkumdurlar.

Bir sirketteki bir yoneticiyi dusunun. Verilen her yanlis kararda baskalarini suclayan, kendi yetersizliklerini baskalarinin sucuymus gibi gosteren ve kendini bir anlamda  "magdur"  konumuna oturtan. Bu yoneticinin asil problemi teknik olarak yetersiz olmasi olabilir. Teknik olarak konusuna hakim olmadigi icin dogru karar verme yetisine sahip degildir. Dolayisiyla su veya bu sekilde o koltuga oturduktan sonra bu kisinin hayati cehennem azabindan farksiz olacaktir. 

Etrafimiz bu sekilde bir turlu aynayi kendine cevirmeyen, ceviremeyen insanlarla cevrili. Evden zamaninda cikmadigi icin randevusuna gec kalan ve gecikmesi icin trafigi suclayanlar. "Hep bana, hep bana" diyerek esi icin yapacagi en kucuk fedakarliktan bile yerinen sonra da esini ilgisizlikle suclayan kadinlar veya erkekler. Sirf tembel oldugu icin calismaktan kacinan ve dolayisiyla hayattan istedigini elde edemeyen ve mutsuzlugunun sucunu  "kadere"  atan insanlar.

Aynayi biraz da kendimize cevirsek ve kendi yuzumuzdeki defolari gorsek hayat cok daha baska olur. Boylece kendi zaaflarimizin ve guclu yonlerimizin farkina varir ve hayattan beklentilerimizi ona gore belirleriz. Insanin zayif noktalarinin farkina varmasi onu daha cok gucsuzlestirmek yerine ona guc katar. Insan zayif noktalarini bildigi surece onlari telafi edecek yollar gelistirebilir ve dolayisiyla hayatindaki olumsuzluklari azaltabilir.

Siz hic aynada kendi yuzunuze baktiniz mi?

Selamlar, sevgiler.

Aynaya ara sira bakan Aydede :)