Hurriyet

31 Ekim 2010 Pazar

Kariyer Yalnizligi Telafi Eder mi?

Teknoloji ve turlu turlu is ve eglence olanaklari sayesinde hayatinizi o kadar renkli hale getirebilirsiniz ki bazen insanin "artik hic kimseye ihtiyacim yok, iyi bir isim, onlarca, yuzlerce arkadasim ve hatta gezip gormemi bekleyen bir suru yer, mekan var!" diyesi geliyor. Bir tikla asirlardir gormediginiz bir arkadasinizla bir anda on-line sohbet etmeye basliyorsunuz. Baska bir tikla evinizin civarinda yeni acilmis bir restorani gorup aksam yemegini orada yemeye karar veriyorsunuz. Isinizden caniniz mi sikildi? Yine bir tikla tum kafa avcilarinin telefonlarini bulup onlara ozgecmisinizi gonderiyor ve yeni bir is bulabiliyorsunuz. Butun bu yenilikler bas dondurucu bir hizla oluyor ve bu akisa kapilip gitmemeniz mumkun degil. Buradaki en can alici nokta ise ulkeler arasindaki cizilmis sinirlarin yok olmus olmasi. Norvec'ten biriyle on-line arkadaslik etmeniz icin vizeye gerek yok. Biraz da paraniz varsa yaz tatilinizi Paris'te gecirmemeniz icin hicbir sebep yok. 

Peki tum bunlarin ne kadari "ebedi"? Bunlardan hangisi siz hastayken elinizi tutuyor veya terfi aldiginizda sizle birlikte kadeh tokusturuyor? Evlendigimde 29 yasindaydim. Elimden gelse daha once evlenirdim, ancak icime sinen kisi 29'uma kadar karsima cikmadi. Evlendigimde cok iyi bir kariyerim vardi, dolayisiyla evlenip isimi birakma karari verdigimde birkac kasin havaya kalktigini hatirliyorum. Ancak verdigim kararin dogrulugundan o kadar emindim ki is yerindeki tepkiler karsisinda bir an bile tereddut etmedim. Nitekim daha sonra karsima akla gelmeyecek farkli firsatlar cikti ve is hayatim hayal edmeyecegim guzellikte gelismeye devam etti.

Kadinlarin is yasamindaki statulerinin oldukca karmasik oldugunu dusunuyorum. Evlenene kadar kadinlar da herhangi bir calisandan farksiz, beklentiler herkesinkiyle ayni. Ancak evlendikten sonra kadina karsi 2 turlu tutum takiniyor cevredekiler. Birincisi kadinin isten ayrilip evinin kadini olmasi. Bunu olaganustu basarili bir kadin yaparsa biraz ahlanip vahlanma oluyor ama nihayetinde durum kaniksaniyor. Ikincisi ise kadinin tekrar ise donmesi -ozellikle cocuktan sonra- ve sanki hicbir sey olmamis gibi isine "eskisi" gibi devam etmesi. Bu durumda kadinin -olan, olmayan- tum yeteneklerini seferber edip beklentileri karsilamasi gerek ki kariyerine kaldigi yerden devam edebilsin. Bebegini sabah evde veya kreste birakirken icinde kopan firtinalari dindirmenin bir yolunu bulup isine kaldigi yerden devam etmeli. Yanlis anlasilmasin, burada "kadin eziliyor" demogojisi yapip ahlanip vahlanmiyorum. Ancak is dunyasinin tamamen erkeklere gore dizayn edildigi ve kadinlarin icinden gectikleri sarsintili hayat fasillarinin tamamen gormezden gelindigi gercegine vurgu yapmak istiyorum.

Kariyer yalnizligi telafi eder mi sorusunun karsiligi iste tam bu noktada karsimiza cikiyor. Disaridaki tum guzelliklere ve firsatlara karsin hicbir sey mutlu ve dengeli bir aile hayatinin yerini tutmuyor. Hayatin tum bu karmasasi icinde, icindeki tum hirslara ve onundeki tum olanaklara karsin kadin yine de aile kuruyur. Biliyor ki:

Is plastik bir top gibidir. Bazen dibe vurur, bazen tavan yapar. Ancak hicbir zaman kirilmaz. Aile ise kristal bir top gibidir. Bir kere dusurup kirdin mi bir daha parcalari bir araya getirmesi olanaksizdir.

Bence kariyer yalnizligi telafi etmez, edemez. Ancak bir omrun sadece cocuklara adanmasi da bana rasyonel gelmiyor. Illa ki calisip para kazanmaktan bahsetmiyorum, burada onemli olan kadinin sadece kendisi oldugu bir yasam alanini hayatinin her asamasinda sakli tutmasi, bunun kadinin ozsaygisini muhafaza etmesi acisindan cok onemli oldugunu dusunuyorum. Bunun bir adim otesine gecip anne olduktan sonra kariyerine donus yapan ve kariyerini surekli gelistiren kadinlara ise sonsuz saygi duyuyorum ve onlarin aslinda birer "kahraman" olduklarini dusunuyorum. 

Isine kaldigi yerden devam etmeye hazirlanan,

Aydede

29 Ekim 2010 Cuma

Aidiyet

Bir yabanciyla evli olmamdan dolayi en cok karsilastigim soru su: "Nasil yabanciyla evlilik, daha mi kolay daha mi zor?" Cevap verilmesi o kadar guc bir soru ki, bu soru karsisindan genelde net bir cevap veremiyorum. Evlilik her yerde ve her kosulda evlilik: Tatlisiyla, acisiyla hayati paylasip gidiyorsun iste. Sanirim soru soyle sorulmali: "Sana ait yerde buyumemis, sana ait aliskanliklari olmayan, yani "senden" olmayan biriyle evlilik nasil?" Iste o zaman durum farkli. "Bana ait" olan yerden gelmeyen, yani "otekilerden biri"yle evlilik benim acimdan su ana kadar oldukca renkli gecti. Tam olarak bilmedigim, cat pat konustugum ve ogrenmek icin can attigim yeni bir dil -Ispanyolca-, bana ait olmayan ancak benim obur yarimin dogup buyudugu bir ulke, farkli isimler, farkli yasamlar. Ama en guzeli de ikimizin karisiminin meyvesi cocuklarimiz.

Biz bir dili ogrenmek icin senelerimizi vermisken bu cocuklar daha ilkokula baslamadan 2 dil konusuyorlar. Benim icin tek ve sadece tek "ev" Gaziantep iken bu cocuklar sadece tek bir sehri degil koskoca 2 ulkeyi evleri gibi bellemis durumdalar. Biz cocukken okulda veya sokakta yabanci birini gordugumuzde merakla (ve biraz da aval aval) bakarken bu cocuklar 5-6 degisik milletten gelen sinif arkadaslariyla hergun ders yapmakta.

Iste tam bu noktada kendimin ve cocuklarimin aidiyet durumunu sorgulamaya basladim. Biz nereye aitiz?Once bir korku sardi icimi. "Aman Allahim, yoksa artik kendimi bir yere ait hisstemiyor muyum? Ya bu cocuklarin "ev" diyecek bir yerleri olmazsa?" Daha sonra farkina vardim ki cocuklarin "ev" dedikleri yer anneyle babanin oldugu yer,en azindan belli bir yasa kadar. Cunku onlar anneyle babanin kollarinda sevgiyle tanisiyorlar, simariyorlar, agliyorlar, uyuyorlar. Etraflarindaki diger insanlar ve bulunduklari sehir onlar icin henuz ikinci planda. Bir bakiyorum ben ne zaman mutluysam onlar da neselenip kosturmaya basliyorlar ve ne zaman biraz suratim asilsa onlar da hemen durgunlasiyorlar. Dolayisiyla farkina vardim ki onlar kendileri icin yarattigimiz dunyanin icinde oldukca mutlu ve mesutlar. Aidiyet duygusunu asil kaybetmekte olan benim. Yillardir degisik ulkelerde yasamaktan ve tabi ki yabanci biriyle evli olmaktan geriye donup arkamda biraktiklarimi ozleyecek kadar bile vaktimin olmadigini gormek bazen beni urkutuyor. Hayati dort nala yasamak ve belli bir ulkenin sinirlari icinde kalmadan tum dunyayi "ev" diye tanimlamak bir yerden sonra "ev" mefhumunu yitirmeme sebep oluyor. Ve ben tum dusuncelerle bogusurken esim geliyor ve diyor ki: "Askim bugun Dubai'den bir is teklifi aldim, ne dersin, gidelim mi?!!!!!"

Bugunlerde tek bir duam var, o da su: "Allah'im once saglik, sonra da bize bizim icin en dogru olan yolu bulmamiz icin akil-fikir ver. Amin :)"

Su andaki evim Viyana'dan opucukler :D

Aydede

Kontrol Hastasi misiniz Kontrol Ustasi misiniz?

Neden kontrol etmek isteriz?  Kontrol ihtiyacimiz neden dogar?  Bunu en basit sekilde  “kaybetme korkusu”  ile aciklayabiliriz.  Kurumlar veya kisiler elde ettikleri basariyi kaybetme endisesi ve varligini surekli kilabilme gudusuyle cesitli kontrol mekanizmalari kurarlar.  Bu kontrol mekanizmalarini is akisini saglayan sureclerin uzerine yerlestirirler ki surecler dogru islesin, isler aksamasin.
Bu makalede dikkat cekmek istedigim temel nokta kontrolun dozunun ne olmasi gerektigi konusu.  Yetersiz bir kontrol ortami sureclerin yanlis islemesine, hatta islememesine sebep olurken asiriya kacmis bir kontrol ortami neredeyse gunluk is akisinin durmasina sebep olabilir. 
Calistiginiz kurumda etkili bir kontrol ortaminin varligindan soz edebilmek icin asagidakilerden en az birkacinin var olmasi gerekir:
-          En tepedeki calisandan baslayarak herkesin kontrol ortaminin varligindan haberdar olmasi,
-          Etkili bir Risk Yonetimi mekanizmasinin olmasi,
-          Surecler icine yerlestirilmis temel kontrol noktalarinin var olmasi ve isliyor olmasi,
-          Guclu bir bilgi ve iletisim aginin var olmasi,
-          Sureclerin duzenli olarak izlenmesi ve gerekli iyilestirilmelerin yapilmasi,
-          Gunluk is akisini kesintiye ugratmayan, pratik cozumler sunmasi,
-          Kurumsallasmayi tetiklemesi,
-          Yapilan islere ve verilen kararlara saydamlik getirmesi,
"Kontrol etmek" ozu itibariyle olumsuz bir aktivite degil, ancak kontrolun dozunu kacirmak ise kontrol hastasi calisanlar, yoneticiler ve organizasyonlar yaratacaktir.  Ornegin bir Finans Muduru’nu ele alalim.  Finans Muduru sorumluluklari geregi birden fazla isle ugrasmak zorundadir.  Dolayisiyla ekibinde calisan bir muhasebe elemaninin olusturdugu her muhasebe kaydini takip edip onaylamasi muhasebe kayitlarinin yuzde yuz dogrulugunu temin edebilir, ancak daha onemli diger onceliklerine ayirmasi gereken zamandan da fazlasiyla calar.  Muhasebe kayitlarinin dogrulugunu temin etmek icin yapilmasi gereken herseyi tek tek kontrol etmek yerine isinin ehli ve yeterli teknik donanima sahip bir muhasebe elemaniyla ise baslamaktir.  Ayrica muhasebe kayitlarindaki hatalari zamaninda tespit etmek icin de hesap mutabakat sistemleri olusturulmalidir.
Makalenin bu kismina kadar anlatilanlardan yola cikarak diyebiliriz ki herhangi bir calisan (veya siz kendiniz!) asagidaki durumlari sergiliyorsa, bu kisinin (veya sizin) kontrol hastasi olma ihtimali yuksektir:
-          Islerini cok az delege eder veya hic delege etmez,
-          Herseyin kendi yontemiyle yapilmasinda israr eder, degisik goruslere tamamen kapalidir,
-          Isle ilgili herhangi bir tartismada gorus alisverisinden cok surekli kendi fikrini empoze etmeye calisir,
-          Aslariyla ve usleriyle surekli bir catisma halindedir,
-          Kucuk detaylarda inanilmaz zaman kaybeder,
-          Yapilan her hatadan kendilerini sorumlu tutar ve sonuc olarak mukemmeliyetcilik sendromuna kapilir.
Bu tip calisanlarin sayisi ne kadar fazlaysa organizasyonun da o kadar  “kontrol hastasi”  oldugunu soylemek yanlis olmayacaktir.
Sonuc olarak sunu soyleyebilirim:  Etkili calisan bir ic kontrol mekanizmasi basarisini daimi kilmak isteyen her organizasyon icin olmazsa olmaz araclardan biridir.  Ancak kontrolun dozunun kacirilmasi tamamen ters bir etki yaratir ve hantal ve is goremeyen organizasyonlar yaratir.  Dogru kontrol ortamini kurmanin yollarini da gelecek makalede inceleyecegiz.
“Kontrol ustasi” organizasyonlarda calismaniz dilegiyle …
Nil Akan

26 Ekim 2010 Salı

Turk Milleti Ne Kadar Hosgorulu?

Avrupa'da yasadigim sure boyunca Avrupa'nin meshur "irkciligina" binlerce kez sahit oldum. Iyi bir isim oldugu icin genelde irkciliga direk olarak maruz kalmadim, sokaktaki genel kendini bilmezlik durumlari haric, bunlar da cok onemli degil zaten. Esim Katolik, dolayisiyla cocuklarim da her iki kulturun karisimi. Benim ve bizim icin din hayatimizin merkezinde olmadigi icin dinleri genel anlamda kulturun bir parcasi olarak goruyorum. Dolayisiyla baska bir kulturden biriyle evlenmek benim hayatima renk ve cesni getirdi. Evde hem yilbasini hem Noel'i hem bayramlari hem seyranlari kutlar olduk senelerdir, ozellikle de cocuklar dogdugundan beri. Istiyoruz ki cocuklarimiz gonulleri ve vizyonlari genis insanlar olsunlar, hayatin her turlu tadina ve guzelligine acik olsunlar ve en onemlisi de dogmalardan ve radikalizmden uzak dursunlar.

Bu bizim evimiz icinde yarattigimiz ortam tabi, tamamen bizim kontrolumuz altinda. Gel gor ki disari baktigimda cogu zaman umutsuzluga kapiliyorum. Facebook'ta "Bugun Ne Pisirelim" adi altinda cok guzel yemek tarifleri veren biri var. Bu kisi ne zaman icinde herhangi bir alkollu icki olan bir tarif verse -ki bi tarifler tahmin edersiniz ki toplam tariflerin %1'ini bile bulmuyor"- tarifleri okuyanlarin hatiri sayilir bir orani bu tarifi protesto ediyor. Ederken de 2 sebep one suruyor:

"Bu tarif Turk tariflerine uymuyor, icinde icki de neymis?"
veya
"Sarap haram degil mi, tarifi mundar ettiniz!"

Bu yorumlar ister istemez bana toplumun genelinin "otekine" karsi ne kadar hosgorusuz oldugunun kanitiymis gibi geliyor. Dunya genelinde yemek tarifleri zaten genelde ickiyle yapilmaz. Ancak cok ozel tarifler vardir ki bunlara icki konur. Kaldi ki "yemek" oyle birsey ki hic kimseyi dunyanin hicbir yerinde belli seyleri yemeye veya yememeye zorlayamazsiniz, bu damak tadiyla ilgili bir durumdur.

Yani diyorum ki yemek zorunda olmadigi bir yemege bile tahammul gosteremeyen bir insan, nasil olacak da ulkede acilan kiliselere tahammul edecek, Alevilik gibi baska mezhepleri de hos gorecek veya adi Mehmet degil de Manuel olan bir Turk cocuguna nasil iyi duygularla yaklasacak?

Selamlar, sevgiler.

Aydede

18 Ekim 2010 Pazartesi

Uzlasmadan Olur mu?

13 yildir is hayatinin icindeyim. Hem Turkiye'de hem yurtdisinda bircok ulkede cesitli rollerde ve pozisyonlarda calistim. Gecenlerde esimle basarinin tanimi nedir uzerine konusmaya basladik. Basarinin bircok tanimi veya gostergesi olabilir: Karlilik, verimlilik, satis hacmi, terfi, vs. Ancak basariya NASIL ulasilacagi konusu insanin var oldugu her yerde hep ayni sekilde tezahur ediyor.

Simdiye kadar calistigim genel mudurleri ele alalim. Bunlar cesitli yas gruplarindan ve cesitli milletlerden gelen birbirinden cok farkli insanlardi. Sanirim tek ortak noktalari %99.99'unun erkek olmasiydi :) Kimi dedigini yumrugunu masaya vurarak yaptiran, otokratik yapili bir yoneticiydi. Kimi ise daha yumusak ve "insancil" bir kisilige sahip, demokratik bir tarzi benimsemisti. Ancak basarili olanlarda gordugum ortak ozellik zamani gelince hepsinin "uzlasmaci" bir yol benimsemesiydi. 2 dakika once firtinalar estiren, cigliklari yan binadan duyulan bir genel muduru iki dakika sonra finans direktoru'yle ve bayilerden biriyle uzlasmaya calisirken gorebiliyordunuz.

Burada uzlasmanin temel amaci "istedigini elde etmek". Bir yonetici "asil hedefe" odaklanmak yerine hep kendisinin onde oldugu, ne pahasina olursa olsun "ben merkezci" bir yol izledigi takdirde er ya da gec tokezliyor ve oyundan atiliyor. Tabi, ozel sirketlerde bu oyundan atilma fazla surmuyor, nihayetinde kimse kimsenin kara kasina kara gozune tav olup eziyetini cekmiyor.

Uzlasma olgusunu bir de bir ulkenin siyasi ve toplumsal ortami icin dusunelim. Surekli "ben ben" diyen bir iktidar ve muhalefet. Surekli eller havada, yumruklar hazir, birbirinin gozunu oymaya yemin etmis. Ana hedefi unutup sadece birbirlerinin varliklarina odaklanmislar ve birbirlerini yok etmeye calisiyorlar. Boyle bir siyasi ortamdan dogacak tek sonuc polarize olmus, birbirine guven duygusunu yitirmis bir halk, bundan nemalanarak buyuyen ve nihayetinde kangren olan siyasi partiler, ve bir turlu gelisemeyen, guduk kalmis demokrasi.

Basarisizligin temel sebebi "ana hedeften" sapmaktir.Ozellikle Bati Avrupa ve Amerikan halklarinda gozlemledigim ortak bir ozellik ne kadar materyalist olduklari. Burada materyalizmi illa ki negatif bir anlamda kullanmak niyetinde degilim. Yapilarinda varolan materyalizm is yerinde duygularindan tamamen arinmalarina ve hedefe kilitlenmelerine yardimci oluyor. Dolayisiyla rasyonel kararlar vermeleri daha kolay oluyor. Siyasi anlamda da ayni sey gecerli, ancak burada ozellikle Avrupa'daki irkciliktan bahsetmezsek yanlis olur diye dusunuyorum. Bu halklarin duygularina yenildikleri ve korkularina esir olduklari bir konu irkcilik. Ve kim ne derse desin Bati'nin o meshur demokrasisi sadece kendi "oz" vatandaslari soz konusu olunca isliyor. Ornegin, Avusturya'da bir yabanci olarak bir Avusturyali'yla kavgaya tutustunuz diyelim, ve ozunde siz haklisiniz. Olur da polis cagiracak olursaniz kodesi ilk boylayacak olan Avusturyali olmadiginiz icin sizsiniz. Bu ve bunun gibi cinayete varana kadar bircok olayi yasadim, gordum ve duydum. Ancak bu yazinin konusu olmadigi icin kisa kesiyorum.

Sonuc olarak; dunyaca unlu egitim firmalarinin "iletisim" derslerinde kullandiklari bir kavram var: "Pull and push". Yani "Cek ve it". Is yasaminda ve genel olarak hayatta istediginizi elde etmenin altin kurali yerinde cekip yerinde ittirebilmenizde sakli. Her zaman hakli veya ustun veya son sozu soylemek durumunda degilsiniz. Ancak yeri geldiginde, sartlar sizden yana oldugunda, aninda ittirmeye baslamalisiniz ki hedefinize bir adim daha yaklasabilesiniz.

Iyi haftalar :)

Aydede

Dine sahip cikmak kulture sahip cikmak midir?

Bugun Viyana'da basima gelen bir olayi anlatmak istiyorum. Taksiye bindim, cocuklarimla Turkce konusuyorum. Taksi soforunun okudugu gazetelerden anladigim soforun bir Arap oldugu. Yolda sen sakrak konusuyoruz ve taksi soforu bana sordu: "Sind Sie Turkin?" Yani "Turk musunuz?". Ben "evet" dedim. Ikinci soru geldi: "Warum tragen Sie nicht ein Kopftuch?" Yani "neden basortusu takmiyorsunuz?" Bu soru Viyana'da karsilastigim egitimsiz her gocmenden bana yoneltilmistir. Ben de cevap verdim: "Turkiye'de kadinlar isterlerse basortusu takarlar, istemezlerse takmazlar. Ben de istemeyenlerdenim." Bu arada burada mahalle baskisindan ve "Turkiye nereye gidiyor, biz de aslinda basortusune dogru kosar adimlarla ilerliyoruz" gibi polemiklere girmek istemiyorum, bu baska bir yazinin konusu. Anlatmak istedigim Arap ulkeleri sosyal yasamlarini Islamiyet cercevesinde sekillendirdiklerinden basortusu takmayan Musluman bir kadin onlarin gozunde kendi ozune, kulturune ve dinine hiyanet eden biri. Bunu acik bir sekilde taksi sofirunun gozunde gordum, tabi bana hizmet veren tarafta oldugu icin daha da ileri gidemedi.

Benim aklima takilan soru ise su: Din kulturun bir parcasi midir, yoksa ikisi tamamen ayri sepetlerde degerlendirilmesi gereken sosyal olgular midir? Benim icin cevap cok net. Din kulturun bir parcasidir. Hem icinde bulundugu kulture gore sekillenir hem de icinde bulundugu kulturu sekillendirir. Bazi kulturlerde (Arap kulturleri veya herhangi baska bir tutucu Katolik kulturu gibi) daha on plana cikar, sosyal ve kulturel hayatta daha baskin bir rol oynar, bazi kulturlerde ise (laik devletlerde ornegin) daha pasif bir rol oynar.Ancak her iki durumda da dine sahip cikmamak bence kulture sahip cikmamakla esdegerdir.

Buradan hareketle Turkiye'de su anda tartisilan turban veya basortusu (isim onemli degil) sorununa bakarsak sirf kiyafetinden dolayi bir takim insanlarin okuma haklarinin elinden alinmasi bence kulturun cok sert sekilde dislanmasidir. Kilik-kiyafetinden dolayi herhangi bir haktan mahrum kalmak o kulturun parcasi olan insanlarin ve kulturun tamamen dislanmasidir. Ve bunun iyi bir sonuc vermeyecegi asikar. Turkiye gibi basinda asirlardir cok buyuk oyunlar oynanan bir ulkede yaratilan bu dislanma -hani her zaman deriz ya- ulkemiz uzerinde kirli emelleri olan ulkelerin eline altin tepside sunulmus bir firsattir.

Peki ne yapmali? Yapmamiz gereken kulturumuze ve bunun bir parcasi olan dinimize sahip cikmak. Turban veya basortusu uzerinden mazlum edebiyati yapanlara ve "basortululerin sayisi artiyor, laiklik elden gidiyor" diye yaygara koparanlara bir dur demek. Yani tum siyasi partileri bu konu uzerinde uzlasma yapmalari icin zorlamak. Biz Turkiye'yiz ve dinimiz Islam, kulturumuzun cok buyuk bir parcasi. Din uzerinden oynanan oyunlara alet olmak yerine dinimizle ateskes yapip, sosyal hayat icindeki yerini layikiyla belirleyip bu defteri artik kapatmamiz lazim.

Bugun dunyanin her yerinde herkes bir din savasidir tutturmus gidiyor. Kiliselerle camiler yaristiriliyor, camiler yikiliyor, papazlar olduruluyor. Turkiye olarak dini "ocu" goruntusunden cikarip sosyal yasantimizin "bariscil ve sevimli" bir parcasi haline getirebildigimiz gun ulkemizi tutabilene askolsun!

Sevgiler, selamlar.

Aydede

14 Ekim 2010 Perşembe

Hayiflanmak

Hic sevmem hayiflanmayi. "Keske" ile baslayan cumleler, "ama neden hersey benim basima geliyor" tarzinda yakinmalar. Boyle bir ortamda buyudugumu soyleyebilirim. Elimizde olan hicbir zaman yetmedi. "Ah biraz daha param olsa sona buna suna ev alir, kalanini da bankaya koyardim", veya "Avrupalilar yapmis, biz hala asirlarca gerideyiz." Yillar boyunca millet olarak hep Bati'dan daha asagida edildigimiz olgusu islendi. 10 yildir Avrupa'nin cesitli ulkelerinde hem yasadim hem calistim. Esim de yabanci. Dolayisiyla "otekilerle" ilgili oldukca fazla gozlemim oldu. "Otekilerin" bizden ustun oldugu yonler de var, geride kaldigi yonler de var. Ancak benim yurtdisinda gecirdigim yillar boyunca "otekilerden" ogrendigim en onemli konu insanin kendi ulkesini nasil sevmesi ve kollamasi gerektigi oldu.

Bakin bir ornekle anlatayim. Annelerimiz babalarimiz bizi tabi ki cok sever ve kollarlar. Isterler ki biz dunyadaki en mutlu insanlar olalim, yasantimiz guven altinda olsun. Ama ben buyurken en cok duydugu sey suydu: "Dunyaya acilin, ufkunuzu genisletin. Bir de arada olursa Batili ulkelerden birinin pasaportunu alin ki ileride Turkiye'de kiyamet koparsa kacacak yeriniz olsun." Ufkumu genisletmek konusunda ya da dunyayi gezmek konusunda her zaman cok hevesli oldum, hala da oyleyim. Ama Turkiye'den kacis konusunda hep durakladim. Su ana kadarki yasantimda ulkemde benim adima hep guzel seyler oldu. Hicbir zaman geriye degil hep ileriye gittim. Devletin dunya capindaki universitelerinde parasiz okudum, iyi bir is ve kariyer sahibi oldum, vesayire. Dolayisiyla "Turkiye'de kiyamet koparsa kacacak bir yeriniz olsun" ogudu bende hep cok buyuk celiskilere sebep oldu.

Simdi 10 yillik Avrupa seruvenim sonucunda tekrar Istanbul'a yerlesiyorum. Orada cok mu mutlu olacagim, bilemiyorum. Eminim ki kizdigim, soylendigim, beni rahatsiz eden seyler olacaktir. Ama onlar burada da oldu, orada da olacak ve hep olacak. Burada onemli olan insanin bulundugu toplum icinde kendini sartlar dogrultusunda nasil konumlandirdigi.

Uzun lafin kisasi, benim hayatim sikayetler yumagi ve keskelerle bezenmis bir hata degil, hicbir zaman da oyle olmadi. Su ana kadar yaptiklarimdan hep zevk aldim ve "keske" deyip gecmise veya "otekilere" bakip hayiflanacagima hep "hadi bakalim" deyip gelecege bakip umutlandim.

Umarim bu sefer de Allah yuzumu kara cikarmaz.

Herkese sevgiler, iyi gunler.

Aydede

13 Ekim 2010 Çarşamba

Gecenlerde Viyana'da bir film festivaline bir film geldi: Women without Men, yani erkeksiz kadinlar. Filmi gormedim, ancak afisinde bir cami avlusunda veya sokakta (orayi afise bakarak tam olarak kestiremedim) yalniz basina dolasan birkac carsafli kadin vardi. Tahmin ediyorum Islami cercevede yasayan toplumlardaki kadinin yalnizligini anlatan bir filmdi.

Insanlarin inanclari dogrultusunda yasamalariyla ilgili bir sorunum yok, gercekten. Ancak herhangi bir irktan, cinsten, milliyetten bir insana dayatma usulu empoze edilen hayatlar beni cileden cikariyor. Belki musluman bir Turk kadini olarak dunyadaki dine dogru yonelisin bana da gun gelip istemedigim bir hayat tarzi dayatmasindan korkuyorum, belki de babalarindan dolayi Katolik taraflari da olan ogullarimin gun gelip de Katolik kimliklerini musluman bir ortamda ozgurce yasayamayacaklarindan korkuyorum. Ne derseniz deyin, kadini ikinci sinif kabul eden, yok sayan, baski altina almaya calisan toplumlari anlamiyorum ve onlardan hoslanmiyorum.

Gecen yil esimle Misir'da 5 yildizli bir tatil koyune tatile gittik. 5 yildizli oldugunu belirtiyorum ki gittigimiz yerin Misir'in kalburustu bir yeri oldugu anlasilsin. Allah'im, toplum icindeki kadinlar sanki yer yarilmis, icine girmis. Oteldeki housekeeping, asci, garson, resepsiyon, tuvalet temizlikci, hepsi erkek. Bir de ben tipik bir Arap kadinina benzedigim icin yerli halk tarafindan surekli goz hapsine alindim ve soru yagmuruna tutuldum. Yuzlerindeki hayranlikla karisik sorgulayici ifadeler butun tatili bana haram etti. 1 hafta sonunda turistler haricinde gordugumuz tek yerli kadin havaalanindaki Information Desk'teki kadindi. O da bastan asagi kara carsafin icinde oldugundan aslinda onu gordugumuz pek soylenemez.

Bugunku politikacilarin icine dolanip da bir turlu cikamadiklari "turbanin" kadinin toplumdaki yerini ikinci plana ittigini dusunuyorum, bu benim kisisel gorusum. Kadina edilgen bir gorunum veriyor ve kadinin elini zayiflatiyor. Ayrica bir kadinin basini ortmesinin veya ortmemesinin erkeklere ve devlete vazife olmadigi kesin. Keske herkes su konudan elini etegini cekse de kendi iradesiyle ortunen kadinlar gercek anlamda ortaya cikabilse. Hesap kitap yapmadan, gelecek kaygisi tasimadan, kocasinin alacagi ihaleyi dusunmeden, yani kisacasi "mahalle baskisi" olmadan kac kadin acaba tamamen kendi ozgur iradesiyle turban takiyordur. Bakin, benim babaannem olene kadar basortusu kullandi, ama inanin bir gun bile bunu sorgulamadik hicbirimiz. Neden? Cunku o bunu kendi istegiyle yapti, siyasete alet olmadan, rant pesinde kosmadan.

Bugunlerde kafama takilan bir suru soru var. Bazen cevaplari dusunerek buluyorum, bazen okudugum bir haberde cevap karsima cikiveriyor, bazen de cevapsiz kaliyor sorularim. Iste hayatin guzelligi de burada: Dusunuyorum, oyleyse varim!!

Herkese ortusuz "beyinler" diliyorum.

Aydede