Hurriyet

23 Haziran 2011 Perşembe

Avrupa - Türkiye Karşılaştırmasını Bir de Benden Dinleyin :D

Uzun zamandır benden Avrupa ile Türkiye’yi karşılaştırdığım bir yazı yazmam istenmekte. İşte size hem eğlenceli hem düşündürücü bir karşılaştırma:
1.       Avrupa’da yaya geçidi herkes içindir. Yaya geçidinden yaya geçerken tüm arabalar durur ve korna çalmadan sakince yayanın karşıya geçmesini bekler. Türkiye’de ise yaya geçidi sadece güzel bayanlar için yapılmıştır. Araba kullananların çoğunun erkek olduğunu düşünürsek arabalar ancak yaya geçidinden geçen bayanın  “hoş”  olduğu durumlarda dururlar. Dururlar ki gözleri az bir süreliğine de olsa bayram etsin J
2.       Viyana’nın her daim kalabalık caddelerinden biri olan Mariahilfer’e şöyle tepeden kuşbakışı baktığınızda bir sürü  “beyaz saçlı ve yavaş yavaş yürüyen”  insan görürsünüz. Türkiye’nin ise herhangi bir yerinde her daim  “siyah saçlı ve oradan oraya koşturan”  insanlar görürsünüz. Yani anlayacağınız Avrupa ile Türkiye arasında jenerasyon farkı var J. Dolayısıyla ebeveyn-çocuk gibi kuşak çatışması yaşıyoruz.
3.       Avrupa’da süpermarkette alışveriş yapan bir Avrupalı’nın hiçbir zaman –misafir gelse dahi- sepetini hıncahınç doldurduğu görülmemiştir. Bir Türk’ün ise süpermarkete girip de alışveriş sepetini tıka basa doldurmadan çıktığı görülmemiştir. Misafir geldiği durumlarda ise zaten alışverişe bir sefer yetmez. Misafir gelmeden 1 hafta önce sürekli alışveriş yapılır.
4.       Avrupa’da (örneğin Avusturya) medeni hukuk anne ve çocuk üzerine kuruludur. Yani babanın kim olduğundan ziyade yasa anne ve çocuğu koruma altına alır. Türkiye’de ise medeni kanunun baş aktörü erkektir. Daha doğrusu erkeksiz bir kadın Türkiye’de balkonsuz bir eve benzer. Aslına bakarsanız ikisinin de kendi içinde açmazları var. Avrupa’da anne ve çocuğun devlet tarafından bir nevi koruma altına alınması Avrupalı birçok erkeğin evlilik ve aile birliğinden kaçışını tetiklemiş durumda. Devletin korumacılığı bir anlamda insanları birbirinden uzaklaştırıyor, yalnızlaştırıyor. Ancak Türkiye’deki erkeksiz kadın = balkonsuz ev durumu da pek iç açıcı değil doğrusu. Kadın kendi başına kalmayı tercih edemez mi canım?
5.       Avrupa geçmişini ve tarihini çok iyi bilir ve sahiplenir. Hatta geçmişindeki şan ve şöhretinden bugün bile çatır çatır para kazanır. Örneğin Avusturya-Macaristan İmparatoru olan Franz Joseph ile evlenip İmparatoriçe olan Sisi vardı bir zamanlar. Sisi yanılmıyorsam Alman kökenliydi ve evlenip Avusturya’ya yerleşti. Avusturya’da yaşadığı süre boyunca da Avusturya’dan ve Avusturyalılar’dan nefret etti. Avusturya halkı da Sisi’yi sevmedi. Sisi güzel bir kadındı. Yemeden içmeden yaşar, upuzun saçlarını incecik beline kadar indirir ve tüm meraklı bakışları üzerinde toplardı. Ölümünden sonra Avusturyalılar Sisi’yi bir şekilde idolleştirdiler. Daha doğrusu Sisi etrafında bir pazarlama stratejisi oluşturdular ve Avusturya tarihinin nadide bir eseri olarak turizm ofisindeki kataloglara Sisi’yi soktular. Bugün Avusturya’nın nüfusu 8 milyon ve yılda ülkeyi 10 milyon turist ziyaret ediyor. Bu turistlerin en çok ziyaret ettikleri yerlerin başında ise Sisi müzesi geliyor. Türkiye’nin de Avusturya gibi şatafatlı bir imparatorluk geçmişi var. Ancak Türkler tarihlerini objektif gözlerle okuyup özümsemek yerine tarihi bir takım karakterleri idolleştirir ve ve tüm tarihlerini bu idoller etrafında görmek isterler. Laik, daha doğrusu laik geçinenlerin Osmanlı’dan serzenişle bahsetmesinin, laik olmayanların ise Atatürk’ten hoşlanmamalarının sebebi Türkiye’nin hem Osmanlı hem Cumhuriyet tarihini bir araya getirip birlikte özümseyememesinden kaynaklanmaktadır.
6.       Avrupa’da devlet gerçek anlamda vatandaş için vardır. Türkiye’de ise devlet-vatandaş ikişkisi çoğu zaman yumurta-tavuk ilişkisine benzemektedir.
7.       Avrupalı olaylara pragmatik yaklaşır. Tek başına çözemeyeceği bir sorunla karşılaştığında yanındakini sevmese bile sonu kendisi için iyi olacaksa yanındakiyle işbirliğinin yolunu arar ve her iki taraf için de kazançlı olacak bir çözüm bulmaya çalışır. Türkiye’de ise durum tam tersi. Sorunlar karşısında çoğu insan çoğu zaman duygusal tepkiler verme eğilimindedir. Sonuca odaklanmaktansa gururuna odaklanır ve  “ben kaybedersem herkes kaybetsin”  mentalitesiyle kendi ayağı kaydığında başkalarının da ayağının kaymasını ister.
8.      Avrupalı sanar ki tüm dünya Avrupa’dan ibaret. Bir de okyanusun öbür tarafında bir Amerika vardır, o kadar. Dünyanın geri kalanının bu iki kıtanın tatil beldesi veya arka bahçesi olduğunu varsayarlar. Halbuki bilmezler ki dünyanın geri kalanı olmasa ne meyve-sebze-tahıl bulabilirler ne de arabalarını üreten fabrikaları işletecek insan kaynağı ve yatırım ortamı bulabilirler. Aslında bu durumu bilirler de nasıl başa çıkacaklarını bilemezler. Türk ise sanar ki Avrupa’ya veya Amerika’ya kapağı atınca hayatı kurtulacak, yediği önünde yemediği arkasında olacak ve başından aşağı demokrasi yağacak. Halbuki bilmez ki gittiği yerde de Türk olmaya devam edecek ve her ne kadar onlardan biri bile olsa hep “yabancı, bizden olmayan” muamelesi görecek.
Şimdilik aklıma gelen gözlemlerim bunlar. İleriki zamanlarda bu yazıyı daha da detaylandırabilirim belki, bakalım.
Sevgiler

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Her ne kadar Avrupa'nın da kendi içinde ayrıştığı noktalar varsa da, yine de eğlenceli ve bilgilendirici bir yazı. Teşekkürler.