Hurriyet

23 Haziran 2011 Perşembe

Kaybedenler Kulübü - Kazananlar Kulübü

Her ülkenin ya  “kaybeden”  ya da  “kazanan”  kimliğiyle var olduğu kanısındayım. Peki bu ne demek?
Türkiye’de doğmuş ve büyümüş bir insan olarak Türk insanının hayata bakışını biliyorum, anlıyorum. Ancak bir noktada kendimi Türk kültüründe ayrı tutuyorum, nedenini az sonra anlatacağım. Daha sonra 10 yıl Avrupa’da yaşamış biri olarak da Avrupalı’nın hayattaki duruşu hakkında gözlemlerim oldu. Ancak kendimi Avrupalı’dan da ayrı tutuyorum, bunun da nedeni aşağıdaki satırlarda.
Türkiye mazisinde imparatorluk geçmişi olan bir ülke. Ders kitaplarında Osmanlı’nın anlı-şanlı tarihini öğreniriz öğrenmesine de bu tarihi okurken satır aralarında hep Türk olmanın yarattığı dezavatajlardan bahsedilir. Örneğin Osmanlı zamanında ticaretten zengin olanlar Türkler değil Musevilermiş. Veya yine çok karlı bir iş kolu olan deniz taşımacılığının duayeni yine Türkler değil Yunanlılarmış. İmparatorluk’un sahibi olarak Türkler doğal olarak askerlik ve devlet işlerinde önde gelen konumdalarmış. Ayrıca Avrupa Osmanlı’yı, yani Türkleri, Avrupa’nın bir parçası olarak görmemiş (Türkler Müslüman değil Hristiyan olsaydı Avrupa’nın Türklerle ilgili fikrinin tam tersi olacağını düşünüyorum, ancak bu şu andaki konumuzun dışında).
Bugüne baktığımızda da durum pek farklı değil. Gerek Türkiye’deki, gerek Avrupa’daki ve de gerekse Amerika’daki Museviler yine ticaretten zengin olmaya devam ediyorlar. Çok da iyi yapıyorlar. Hollywood film endüstrisi Musevilerin eseri. Yunanistan yine deniz taşımacılığında dünyanın önde gelen firmalarına sahip. Ülkenin ekonomik darboğazda olduğu bir gerçek ancak bunun tek sebebi yolsuzluklar. Yani zenginliği yaratmayı biliyorlar, ancak korumayı bilmiyorlar.Ve bugün de Avrupalılar Türkiye’yi aralarında görmek istemiyorlar. Ve hala bugün Türkiye’de devasa bir devlet kadrosu ve jeopolitik konumunun getirdiği hassasiyetin de bir sonucu olarak devasa bir ordusu var. NATO’da Türk Ordusu Amerikan Ordusu’ndan sonraki ikinci büyük ordu.
İnsanın ve dolayısıyla ülkelerin kendini iyi hissetmesi için –sağlıktan sonra- 2 şeye ihtiyacı var: Para ve itibar. Bu iki unsura sahip insanların oluşturduğu ülkeler doğal olarak kendilerini  “Kazananlar Kulübü” nün bir parçası olarak görüyorlar. Çünkü para ve itibar insana ve ülkelere kendini güvende hissettiriyor ve özgüven aşılıyor. Bu iki unsurdan yoksun olan insanların oluşturduğu ülkeler ise kendilerini  “Kaybedenler Kulübü” nün bir parçası olarak görüyorlar. Başlarına gelen kötü olayları hemen kanıksıyorlar ve başlarına gelen iyi olayları ise istisnadan ibaret görüyorlar.
Peki hangisi doğru veya iyi? Kazananlar Kulübü mü? Kaybedenler Kulübü mü? Bence her ikisinde de dikkat edilmesi gereken noktalar var. Kendisini “Kazananlar Kulübü” nün üyesi olarak gören ülkeler kendi yaptıkları herşeyin doğru olduğunu varsaydıklarından sistem içinde yapılan yanlışlıkları zaman içinde görmezden gelmeye başlıyorlar. Yani bir nevi bakan kör oluyorlar. Örneğin Amerika’nın Irak’ı işgal etmesini bir düşünün. Amerika  “Kazananlar Kulübü” nün bir üyesi olduğu için bu işgalin adı “demokrasi savaşı” veya “terörle savaş” oluyor. İçine girdikleri ekonomik darboğaza rağmen kaynaklarının büyük bir bölümünü hala savaşa ayırıyorlar. Ancak yıllardır Türkiye’nin kanayan bir yarası olan PKK terörünün terör olduğuna dünyayı inandırmamız için ise kırk takla atmamız gerekiyor. “Kazananlar Kulübü” doğasında bir nevi  “kendini beğenmişlik” barındırıyor, dolayısıyla realiteyle bağlar bir noktadan sonra kopuyor. Hep benim dediğim doğrudur ve başka da doğru yoktur diyerek kendisinden farklı olan fikirleri ekarte ediyor.
“Kaybedenler Kulübü”ne gelince. Secret diye bir kitap var, okudunuz mu bilmiyorum. Kitabın ana teması şu: Beynini neye odaklarsan onu kendine doğru çekersin. Yani gelecek planlarını  “pozitif beklentiler”  üzerine kurarsan aldığın aksiyonlar seni hayalini kurduğun “pozitif olaylar”a yönlendirecektir. Gelecek planlarını  “negatif beklentiler” üzerine kurarsan ise tam tersi aksiyonların seni bir şekilde “negatif olaylara” yönlendirecektir. Türkiye de böyle bir ülke. Olan kötü olayların çabucak kanıksandığı ve olan iyi olayların ise istisna olarak algılandığı bir mentalite hakim Türkiye’nin kimliğinde.
Türkiye gibi ülkelerde politikacılarının başarısının sırrı bence bu “Kaybedenler Kulübü” psikolojisini anlamaktan geçiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişine baktığınızda Atatürk’ten başlamak üzere birkaç politikacı var ki uzun yıllar (Atatürk ilelebet) halkın gönlünde taht kurdular. Bunlardan biri Turgut Özal, diğeri Tayyip Erdoğan. Çünkü bu politikacılar insanlara biz de kazanabiliriz mesajı verdiler, kendilerini iyi hissetmelerini sağladılar, umut verdiler. “Kaybedenler Kulübü”nün üyesi olmayı reddederek insanlara “acaba bu sefer biz de kazanabilir miyiz” hissiyatı verdiler.
Bendenize gelince. Ben ne “Kazananlar Kulübü” nün üyesiyim ne de “Kaybedenler Kulübü” nün. Hayatta her zaman kazanan taraf olamayacağımı biliyorum. Ancak hayattaki varlığımın küçük de olsa bir değer yarattığını ve hayatın kendisine güzel şeyler kattığımı düşünüyorum, yani kendimi seviyorum. Dolayısıyla “Kaybedenler Kulübü”ne de girmiyorum. Yani anlayacağınız arafta bir yerlerdeyim. Ve halimden çok memnunum.

Hiç yorum yok: