Hurriyet

18 Ekim 2010 Pazartesi

Uzlasmadan Olur mu?

13 yildir is hayatinin icindeyim. Hem Turkiye'de hem yurtdisinda bircok ulkede cesitli rollerde ve pozisyonlarda calistim. Gecenlerde esimle basarinin tanimi nedir uzerine konusmaya basladik. Basarinin bircok tanimi veya gostergesi olabilir: Karlilik, verimlilik, satis hacmi, terfi, vs. Ancak basariya NASIL ulasilacagi konusu insanin var oldugu her yerde hep ayni sekilde tezahur ediyor.

Simdiye kadar calistigim genel mudurleri ele alalim. Bunlar cesitli yas gruplarindan ve cesitli milletlerden gelen birbirinden cok farkli insanlardi. Sanirim tek ortak noktalari %99.99'unun erkek olmasiydi :) Kimi dedigini yumrugunu masaya vurarak yaptiran, otokratik yapili bir yoneticiydi. Kimi ise daha yumusak ve "insancil" bir kisilige sahip, demokratik bir tarzi benimsemisti. Ancak basarili olanlarda gordugum ortak ozellik zamani gelince hepsinin "uzlasmaci" bir yol benimsemesiydi. 2 dakika once firtinalar estiren, cigliklari yan binadan duyulan bir genel muduru iki dakika sonra finans direktoru'yle ve bayilerden biriyle uzlasmaya calisirken gorebiliyordunuz.

Burada uzlasmanin temel amaci "istedigini elde etmek". Bir yonetici "asil hedefe" odaklanmak yerine hep kendisinin onde oldugu, ne pahasina olursa olsun "ben merkezci" bir yol izledigi takdirde er ya da gec tokezliyor ve oyundan atiliyor. Tabi, ozel sirketlerde bu oyundan atilma fazla surmuyor, nihayetinde kimse kimsenin kara kasina kara gozune tav olup eziyetini cekmiyor.

Uzlasma olgusunu bir de bir ulkenin siyasi ve toplumsal ortami icin dusunelim. Surekli "ben ben" diyen bir iktidar ve muhalefet. Surekli eller havada, yumruklar hazir, birbirinin gozunu oymaya yemin etmis. Ana hedefi unutup sadece birbirlerinin varliklarina odaklanmislar ve birbirlerini yok etmeye calisiyorlar. Boyle bir siyasi ortamdan dogacak tek sonuc polarize olmus, birbirine guven duygusunu yitirmis bir halk, bundan nemalanarak buyuyen ve nihayetinde kangren olan siyasi partiler, ve bir turlu gelisemeyen, guduk kalmis demokrasi.

Basarisizligin temel sebebi "ana hedeften" sapmaktir.Ozellikle Bati Avrupa ve Amerikan halklarinda gozlemledigim ortak bir ozellik ne kadar materyalist olduklari. Burada materyalizmi illa ki negatif bir anlamda kullanmak niyetinde degilim. Yapilarinda varolan materyalizm is yerinde duygularindan tamamen arinmalarina ve hedefe kilitlenmelerine yardimci oluyor. Dolayisiyla rasyonel kararlar vermeleri daha kolay oluyor. Siyasi anlamda da ayni sey gecerli, ancak burada ozellikle Avrupa'daki irkciliktan bahsetmezsek yanlis olur diye dusunuyorum. Bu halklarin duygularina yenildikleri ve korkularina esir olduklari bir konu irkcilik. Ve kim ne derse desin Bati'nin o meshur demokrasisi sadece kendi "oz" vatandaslari soz konusu olunca isliyor. Ornegin, Avusturya'da bir yabanci olarak bir Avusturyali'yla kavgaya tutustunuz diyelim, ve ozunde siz haklisiniz. Olur da polis cagiracak olursaniz kodesi ilk boylayacak olan Avusturyali olmadiginiz icin sizsiniz. Bu ve bunun gibi cinayete varana kadar bircok olayi yasadim, gordum ve duydum. Ancak bu yazinin konusu olmadigi icin kisa kesiyorum.

Sonuc olarak; dunyaca unlu egitim firmalarinin "iletisim" derslerinde kullandiklari bir kavram var: "Pull and push". Yani "Cek ve it". Is yasaminda ve genel olarak hayatta istediginizi elde etmenin altin kurali yerinde cekip yerinde ittirebilmenizde sakli. Her zaman hakli veya ustun veya son sozu soylemek durumunda degilsiniz. Ancak yeri geldiginde, sartlar sizden yana oldugunda, aninda ittirmeye baslamalisiniz ki hedefinize bir adim daha yaklasabilesiniz.

Iyi haftalar :)

Aydede

Hiç yorum yok: