Hurriyet

12 Nisan 2011 Salı

Bazen Zamani Geri Alasim Geliyor ...

Bunu soyleyecegim hic gelmezdi aklima.

Cocuklugumun bir kismi ailemize ait havuzlu bir evde gecti. Sadece cekirdek aile degil, amca-yenge-kuzen-babaanne hepimizin yaz aylarini birlikte gecirdigimiz aile evi. Cocuk gozumde o ev o kadar buyuk ve de havuzu o kadar derindi ki havuzun bir ucundan oteki ucuna gitmek gozumde cok buyurdu. Annem her gun hastaneden cikip saat tam 3'te eve gelirdi. Yaz aylarinda okul olmadigi icin annemin eve geldigi saate kadar gecen zaman bana asirlar gibi gelirdi. Zaman o kadar yavas akardi ki sanki saat 3 hic gelmeyecekmis gibi hissederdim. Saat 3'te annem geldiginde arabaya atlar ve hemen havuzlu evimize gider, ailemizle bulusur ve havuza girer, oyunlar oynar ve de aksam yemegimizi yerdik. Aksam yemeginden sonra da yorulana kadar gecemize devam eder ve oldukca gec bir saatte evlerimize dagilirdik. Bu sekilde gecen yaz tatillerimizde gunler sanki 24 saat degil de 34 saat gibi gelir, geceler hic bitmeyecekmis gibi uzar da uzardi.

Bugune bakiyorum ve de basim donuyor. Sabah saat 5:30'da gunum basliyor. Malum, hem cocuklari okula hazirla, hem de kendimi ise hazirla, sabah zamana ihtiyacim oluyor. Okul servisi saat 7:40 dedin mi kapida. Mazallah, 5 dakika geciktin mi gozunun yasina bakmadan basip gidiyor. Cocuklar servise bindi mi ben de arabaya atlayip ofise. Saat 8 civarinda ofise giriyorum ve de saate bir bakiyorum olmus 17:30. Ofisteyken zaman sudan bile hizli akip gidiveriyor kol saatimden. Kuafore gidip sacima hemen bir fon mu cektirsem yoksa markete gidip carcabuk eksikleri mi tamamlasam derken bir de bakiyorum saat 18:00. Herseyi bir kenara birakip eve gidiyorum ki minnoslar saat 19:30'da yataga gitmeden onlarla vakit gecirebileyim. Saat 18:00 ile 19:30 arasina aksam yemegi, biraz sohbet ve banyoyu sigdirmaya calisirken bir an evin icinde deli danalar gibi donup durdugumu fark ediyorum. Sonra cocuklar yataga, ben bilgisayarin veya televizyonun basina geciyorum. Genelde ya yazi yaziyorum ya da sevdigim dizilerden birini izliyorum. Bir de bakiyorum saat olmus 23:00. Eh, sabah 5:30'da mesaimin baslayacagini dusunerek 23:00'te yatagin yolunu tutuyorum. Ve ertesi sabah sil bastan.

10 yil boyunca Avrupa'da yasadigim sure icinde sanki alacakaranlik kusaginda yasamisim. Cocuklari okula gotur, arkadaslarla kahve ic, sohbet et, eve git yemekleri hazirla, evi toparla, aksam cocuklari okuldan al, islerini home-office kendi planina gore tamamla, istediginde anne gelsin cocuklarla kalsin, sen kocanla tatile cik. Bu gunler su anda bana asirlar oncesinde kalmis gibi geliyor.

Inanilmaz bir kosusturma icinde geciyor gunler. Avrupa'dayken aktif calisma yasamina geri donmek icin mizildanan ben simdi aktif is yasaminin carklarinin hizina yetismekte ruhen zorlaniyorum. Dedim ya degisimler sancilidir diye. Beden onden gider, ruh ise bedene yetismek icin fazla mesai yapar diye.

Neyse, fazla soylenmeyeyim, kocam duysa beni tefe koyar calar valla. "Sen istemedin mi illa da calisacagim diye, simdi sikayet etme sakin!" der, hakli da. Ne yapayim, degisim zamanlarinda cocuklugumdaki havuzlu evimiz aklima geliyor surekli, elimde degil.

Sevgiler.


2 yorum:

Derya Özkan dedi ki...

Bu yazı beni duygulandırdı. Benim kendi hayatımdaki hissim, o güzel günleri kaybedip yerine bir ilerleme de koyamamış olma yönünde. Yani "tradeoff" ya da "kompromis" açısından baktığımda sanki zararlı bir takas yapmış gibi görüyorum kendimi. Bir şeyleri kaybetmek zorunlu ama yerine eşdeğer ya da az kayıplı başka şeyler doldurararak...

Aydede dedi ki...

Gecenlerde bir yazi okudum. Dogdugumuz andan itibaren herseyimizi yavas yavas kaybettigimizden bahsediyor. Bebekken agzimizdaki emzigi kaybederek basliyoruz. Sonra okul ve is gibi sosyal sistemlerin icine girerek arzularimizi ve isteklerimizi torpulemek zorunda kaliyoruz. Ve de en sonunda olum ile yasamimizdan oluyoruz. Hayata felsefi ve pozitif bir yaklasim gelistirmeyi becerebilenler bu "kaybetme" surecini "olgunlasma" adi altinda daha yapici yasayabiliyor. Ancak bunu herkes yapamiyor malesef.