Hurriyet

26 Ekim 2012 Cuma

Hayatın sınırlarını bilmek...

Hasta bir insanla tanıştım. Fazla çalışmaktan hasta olmuş biri. Bahsettiğim kişi başarılı bir iş kadını. Uluslararası bir firmanın üst düzey yöneticilerinden. Şu anda aynı ofiste çalışıyoruz. İlk tanıştığımızda bana sorduğu sorulardan biri kaç çocuğum olduğu idi. İki çocuğum olduğunu söyleyince bana dedi ki:
 
'Ah Nil ah, benim tek çocuğum var, onu da çok geç yaşta yaptım. İkinci çocuk trenini iş-güç arasında kaçırdım.'
 
Çocuk sahibi olmamayı seçen arkadaşlarım var. Eskiden herkesin çocuk sahibi olması gerektiğini düşünürdüm. Ne bileyim, kültürümüzde çocuk sahibi olmak, doğal bir güdü olmanın ötesinde, sosyal bir sorumluluk gibi öğretiliyor. Ancak hayat içinde ilerlerken fark ettim ki bazı insanlar çocuk sahibi olmamayı seçebiliyorlar.
 
Yukarıda bahsettiğim arkadaşım ailesine ve özellikle çocuklara son derece düşkün. Fakat başarıların ve iş yaşantısının hızına ve hırsına kapılıp ailesi ile ilgili öncelikleri zaman zaman kaçırmış gibi geldi bana. Ancak beni asıl etkileyen bu arkadaşımın geçen yıl kansere yakalanmış olması oldu. Doktorunun söylediğine göre, bu illet hastalığın sebebi net olarak tespit edilemese de, sebebi stres.
 
Biz kadınlar için artık herşeyi yapmak için fırsat var. Aile belli bir sosyo-ekonomik düzeydeyse çocuklarını kız olsun erkek olsun en iyi şekilde hayata hazırlıyorlar. Dolayısıyla kadınların sorununun  'fırsat eşitsizliği'  olduğunu sanmıyorum. Kadınların daha vahim bir sorunu var. Hayatın hızına yetişmek.
 
Birkaç yıl önce kız kardeşim üniversiteden mezun olunca annem tüm aileyi bir kutlama yemeğine davet etti. Orada kardeşime dedim ki:
 
'Tebrikler canım kardeşim. Artık sınavlardan ve finallerden kurtuldun. Şimdi iş hayatı başlıyor. Belli bir deneyim elde edene kadar uzun saatler çalışman gerekecek. Sonra evlilik, çocuklar filan derken 7/24 çalışmaya başlayacaksın!'
 
Kariyerine de ailesi kadar önem veren kadınların hayatı her sabah 5:30-6:00 civarında başlıyor. Çocukların okula hazırlanması, kendinin işe hazırlanması, iş yerine varış ile başlayan çılgın bir gündem, toplantılar, projeler, talepler, idare edilmesi gereken durumlar, vs. Akşam eve dönüş, yemek, ödevler, çocukların yatırılması. Günümüz çalışan kadınının en büyük açmazı bunların hepsini en mükemmel şekilde yapmayı istemesi. Sabah kahvaltısı besleyici olmalı, iş yerinde en doğru kararlar en kısa sürede alınmalı, projenin tüm ayrıntıları en ince detayına kadar incelenmeli ve akşam yemeğinde sofrada mutlaka ama mutlaka salata olmalı. Hayat kadın için bir noktadan itibaren öylesine bir kurallar zinciri haline geliyor ki bazen kadın kafasını kaldırıp nefes almaya ve  'dur bir dakika, bu yaptığım doğru mu acaba?'  diye sormaya bile vakit bulamıyor.
 
İşte benim arkadaşım da böyle bir kadın. Aslına bakarsanız çalışan annelerin çocukları çalışmayan annelerin çocuklarına nazaran hakikaten daha öz güvenli ve güçlü çocuklar oluyorlar. Ancak sanırım bazen çalışmanın bir adım ötesine geçip hırslarımızın esiri oluyor ve hayatın asıl amacını, yani hayattan zevk almayı, unutur hale geliyoruz.
 
Benim durumum nedir diye sorarsanız ben hayatıma sınırlar koymasını öğrendim. Sanırım bu kararı üniversiteden sonra İstanbul'da çalışmaya başladığımın ikinci yılında almıştım. Hırslarını kontrol altına alamayan kişilerin kolay kolay yapabileceği birşey değil hayatın sınırlarını bilmek ve yeri geldiğinde frene basmak.
 
Benim de işim herkesinki gibi oldukça yoğun. İş dünyasında herkeste olan Blackberry'den bende de bir tane var. Bayram boyunca e-postama gelen mesajların haddi hesabı yok. Ancak ben ne mi yapıyorum? Tatilim bitene kadar mesajlarımın hiçbirine bakmıyorum. Ailem ve çocuklarımla birlikte şeker gibi bir bayram geçiriyorum.
 
Herkesin Kurban ve Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun, daha nice bayramlara, sağlıkla ... 

Hiç yorum yok: