Hurriyet

23 Şubat 2011 Çarşamba

Sayimiz Gercekten Az mi?

Kucuklugumden beri etrafimda her daim duydugum bir laf vardir: "Ne yapalim, bizim sayimiz az, bir avuc insaniz. Onlar ise cogunlugu olusturuyor. Biz 1 tane dogurursak onlar 10 tane doguruyor." Bunu, toplumun aydin kesimi soyler genelde. Duzenli bir is ve aile hayati olan, toplumun kurallarina ve yasalara saygili yasayan, vergisini sektirmeden odeyen ve cagdas Ataturk Cumhuriyeti'ne gonulden bagli olanlar. Bu kesim hep tedirgindir, gelen her hukumetin yaptigi icraatlarin en azindan bir kismina surekli muhalif bir ruh hali icindedirler. Cunku toplumun bu aydin kesimi dunyanin ve Turkiye'nin gidisati hakkinda akil yurutebilecek duzeyde bir egitim gormus ve etrafinda olup biten hakkinda gazetelerin ve politikacilarin yaptigi yorumlarin bir adim otesine gecerek isin gercek yuzunu gorebilme yetisine sahiptir. Ben de bu kesime dahilim, yani tedirgin bir muhalifim. Ancak beni toplumun bu kesiminden ayiran en onemli ozelligim kotumser degil, iyimser olmam. Dedigim gibi, cocuklugumdan beri "sayimiz az, sayimiz az" diye yakinan bircok insanla tanistim. Kapiyi actim, kapici "sayimiz az" dedi. Bakkala ekmek almaya gittim, bakkal "sayimiz az" dedi. Okul servisine bindim, sofor "sayimiz az" dedi. Eve geldim, aksam haberleri seyrettikten sonra annem "sayimiz az" dedi. Bugune kadar Turkiye'nin 3 buyuk sehrinde yasadim. Once Gaziantep, sonra Ankara ve Istanbul. Bu sehirlerde tanistigim herkes "sayimiz az" dedi. Yani o kadar cok insan "sayimiz az" dedi ki ben aslinda sayimizin hic de az olmadigini anladim.

Ayni sekilde is ve sosyal hayatta kadinin yerinin az oldugu konusuna da katilmiyorum. Nereye gitsem karsima kadinlar cikiyor. Bugun egitimli-egitimsiz bircok kadin su veya bu sekilde calisiyor. Hangi devlet dairesine gitsem karsima bircok kadin cikiyor. Otobuse biniyorum, otobusun yarisi kadin. Trafikte araba kullanan kadinlarin sayisi azimsanmayacak kadar fazla.

Toplum olarak tedirgin ve muhalif bir toplumuz. Cunku Turk toplumu homojen bir toplum degil. Toplumumuz 40 degisik gen haritasini icinde barindiriyor. Cesitliligin getirdigi yaraticilik ve farkliliklar dogal olarak surekli bir devinimi ve hareketi tetikliyor. Burada kendimizi iyi hissetmemizi saglayacak en kritik unsur bardagin biraz da dolu tarafini gormek ve sayimizin aslinda hic de az olmadiginin farkina varmak. Bugun AKP'ye serzeniste bulunanlarin en cok kullandigi arguman "Onlarin sayisi cok, biz ise bir avucuz." Hayir, oyle degil iste! Sayi istiyorsaniz biz %48'iz. Sizce %48 az bir oran mi? Mesele AKP'nin kac puanla bizi alt ettigi degil, mesele bizim kendimizi nasil gordugumuzle alakali. Turkiye'de calisan nufusun icinde kadinlarin oraninin cok dusuk oldugu bir gercek. Ancak burada erkek-egemen calisma ortamini yaratan erkeklerin yaninda evliligi omur boyu emeklilik gibi algilayarak calisma hayatindan bilincli olarak elini ayagini ceken kadinlarin da sucu yok mu?

Cagdas toplumun yolu Avrupa Birligi'nden gecmiyor. Cagdas toplumun yolu kendimizi sevmekten, farkliliklarimizin aslinda bizi daha da guclendirdigini anlamaktan, kavga etmek yerine uzlasmaktan, tembellik etmek yerine calismaktan ve de en onemlisi egitimden geciyor. Her zaman soyledigim gibi, bunlari basardigimiz zaman Avrupa Birligi'nin bizim icin aslinda bir teferruattan ibaret oldugunu buyuk bir zevkle fark edecegiz.

Toplumun aydin kesimine ve kadinlara nacizane birkac onerim olacak:

1. Lutfen "sayimiz az" diyerek bir kenara cekilmeyin. Cunku sayimiz hic de az degil. Hayatta arzu ettiginiz her neyse bunlarin oturdugunuz yerde ayaginiza gelmesini beklemeyin. Hayata bakisinizi degistirin. Kollari sivayin, tembel olmayin, bardagin bos kismi kadar dolu kismini da gorun.

2. Sevgili tedirgin muhalifler. Sayinizin %48 oldugunu aklinizdan hic ama hic cikarmayin. Organize olun. Hor gormektense toplumun her kesimini kucaklayin. Toplumla barisin. Dunyadaki degisim ruzgarinin farkinda olun ve degisime ayak uydurun.

3. Sevgili evde oturan, utu yapan ve cocuk buyuten kadinlar. Yaptiginiz isin onemi asikar, hayatin devamini sagliyorsunuz. Ancak bu demek degil ki evlenip cocuk dogurarak erken emeklilik piyangosu kazandiniz. Dengeli bir aile ve is hayati kurmanin yollarini arayin. Is hayati tamamen erkeklere gore dizayn edilmis durumda. Bunu degistirmek ve kendinize de yer acmak icin ittirin, calisin ve talep edin. Goreceksiniz ki kendinizi daha guvende hissedecek ve cocuklarinizin hizmetcisi degil annesi olacaksiniz.

4. Sevgili Anneler. Lutfen kiz cocuklarinizi evlilik amacli buyutmeyin. Onlari hayata hazirlayin ve hayatta kendi baslarina ayakta durabilecekler bireyler halinde yetistirin. Onlara evliligin hayatin amaci degil, mutlu ve guvenli bir hayatin araci oldugunu ogretin. Ceyiz paralarini egitime yatirin. Erkek cocuklariniza gelince. Onlari Superman olduklarina inandirmayin. Cunku hicbir erkek Superman olamaz, onlar da etten ve kemikten yapilmis insanlar. Erkek cocuklariniza hayatin hanedanlik kurarak degil paylasarak cogalacagini anlatin.

5. Ve sevgili Erkekler. Lutfen hayatinizda kadinlara daha cok yer acin. Kadinlardan korkmayin, onlari hirpalamayin. Kadinlara bir cicek verdiginizde goreceksiniz ki kadinlar bir demet cicekle karsilik verecekler. Kibar olun. Kadinlara once saygi gosterin, ondan sonra sevin. 

Dikkat ederseniz yukaridaki listede politikacilara veya AB''ye yonelik hicbir onerim yok. Cunku politikacilari ve AB'yi biz bireylerin yasam tarzi yonlendirecektir. Unutmayin ki politikacilar bizi degil, biz politikacilari seciyoruz. Bireyler olarak kendi kapimizin onunu supurmeye baslar ve yukaridaki onerileri organize bir sekilde yasam tarzimiz haline getirirsek bir de bakmissiniz politikacilar artik kavgaci ve populist siyaset anlayisiyla toplumu birbirine dusuremeyecek, bosanma oranlari hizla dusecek ve kadinlarin erkeklerle esit ucret aldiklari calisma ortamlari olusacak. Ihtiyacimiz olan iki unsur: Sabir ve azim.

Sevgiler. 

20 Şubat 2011 Pazar

"Ana"dilim Degil Ama "Ev"dilim Ingilizce

Esim yabanci ve aramizda Ingilizce konusuyoruz. Esimin anadili Ispanyolca ve benimki Turkce. Yani evimizde uc dil konusuluyor. Ilk cocuguma hamile kaldigimda Viyana'da bir konusma terapistiyle gorustum. Bir cocuga dil nasil ogretilir, cocugun kafasini karistirmamak icin nasil bir yol izlemek lazim; tum bunlari anlamak icin terapisti butun antenlerimi acarak dinledim. Terapist bana dil ogrenme ve ogretme tekniklerini detaylica anlattiktan sonra oyle birsey soyledi ki bugun bile hala kulaklarimda cinliyor.

"Bir insanin anadili ne annenin ne de babanin konustugu dildir. Bir insanin anadili okulda konusulan dildir. Aile icinde kosulsuz sevgi ve ilgi vardir. Dolayisiyla cocuk yemek, sevgi, oyuncak veya ilgi icin caba gostermek veya rekabet etmek zorunda hissetmez kendini. Ancak okul ortaminda arkadaslik ve basari gibi ugruna savasilmasi gereken olgular devreye girer. Ve cocugun arkadas edinip derslerinde basarili olmasinin ilk adimi ortamin diline hakim olmaktan gecer. Yani insan beyni rekabet duygusuyla tanistigi anda kendisine zafer getirecek dil hangisiyse ona yonelir ve onu anadili olarak secer."

Bugun Avusturya'da herhangi bir basvuru formunu elinize alin, ilk sorulan sorularin basinda  "Anadiliniz nedir?"  sorusu gelir. Buradaki varsayim gocmenlerin anadillerinin geldikleri memleketin dili oldugu yonunde, ornegin Avusturya'daki Turklerin anadili Turkce farz ediliyor. Ancak ozellikle Avusturya dogumlu olan gocmenler anadillerini artik Almanca olarak deklare ediyorlar. Cunku gercek bu, bu insanlar farkli kokenlerden gelmis olsalar bile okuldaki konusma dili Almanca oldugundan bu dil anadilleri durumuna gelmis durumda. Avusturyalilar bu duruma biraz soylenip burun kiviriyorlar ama gercek bu.

Benim durumum ise farkli. Son 10 yil icinde yaklasik 15 ulke gezdim. Ancak hicbirinde yeteri kadar uzun kalmadigim icin hicbirinin dilini akici bir sekilde konusacak hale gelmedim. Ustune ustluk, is dilim ve ev dilim son 10 yildir Ingilizce oldugu icin Ingilizce benim icin hep on planda oldu. Yani anlayacaginiz Ingilizce "anadilim" olmasa da "evdilim", yani kendimi evimde hissettigim dil oldu.

Istanbul'a yerleseli 1 ay oldu. Insan anadili disindaki baska herhangi bir dili konusurken, o dile ne kadar hakim olursa olsun yine de zorlaniyor. Ikinci bir dil insanin beynini cilaliyor, daha keskin hale getiriyor. Ama beynin hiziyla agizdan cikan kelimelerin hizi arasinda hep bir orantisizlik oluyor, agiz beyne yetisemiyor. Cogu zaman ruyalarimi Ingilizce goruyorum. Ama gunluk hayatta kendimi yine de en rahat Turkce olarak ifade edebiliyorum.

Gecenlerde Digiturk baglattik. Gunboyu sokaktaki yogun Turkce trafiginden sonra aksam eve gelip Ingilizce bir yayin izlemek bana  "evim evim canim evim"  hissiyati veriyor. Ne yapayim, "anadilim" Turkce, ama kendimi evimde hissettiren  "evdilim"  Ingilizce :D

Love from Istanbul!

Aydede

16 Şubat 2011 Çarşamba

Navigasyondaki Bayanla Anlasmanin Yolunu Bilen Varsa Bana Soylesin!

Sabah cocuklarin Beykoz'daki okuluna gitmek uzere ciktik yola. Arabada ben, esim, cocuklar ve navigasyon aletindeki Bayan Miss Navigation. Miss Navigation direk basladi direktifler vermeye. 350 metre ilerideki gobekten ikinci cikisi al. Ve 350 metre sonra hakikaten gobek cikti karsimiza cikmasina da cikislardan biri sagda oteki solda. Hangisi ikinci cikis anlayana askolsun! Dedim ki esime sagdan devam et. Tabi bu arada Miss Navigation Turkce konusuyor, ben esime Ingilizce simultane tercume ediyorum. Esim sagdan devam etti, basladi Miss Navigation tekrar hesap-kitap yapmaya. Meger ikinci cikis soldaki cikis demekmis, biz sagdan girince rotayi tekrar hesaplamak icin hummali bir calismaya giristi. Miss Navigation lokasyonumuzu tekrar tespit ettikten sonra bu sefer soyle bir emir verdi: "Ilerideki gobekten hemen U donusu yap ve ilk gobekten sola don. Allahim, meger ne cok gobek varmis, Miss Navigation soylemese vallahi dikkatimi cekmezdi. Ben dedim ki esime: "Miss Navigation'i bosver, sen beni dinle. U filan yapma, duz git, ileriden saga don. Kopru trafigine girmek yerine kendimi kopruden asagi atarim daha iyi! Yan yollardan, kestirme gidecegiz, iste o kadar!" Yani anlayacaginiz ben ve Miss Navigation arasinda basladi bir cekisme. Miss Navigation diyor saga don, ben diyorum duz git. Ta ki kendimizi Altunizade'de bulana kadar :-P Altunizade'ye vardigimizda Miss Navigation hala bitmez tukenmez israr kabiliyetiyle bizi geri dondurup otobana sokmaya calisadursun, biz bir anda benzinimizin bitmekte oldugunun farkina vararak kendimizi onunden gecmekte oldugumuz benzin istasyonuna ativerdik. Oradaki benzinci arkadasin tarifiyle Beylerbeyi'nden Sahil Yolu'na inerek buradan Beykoz'a vardik. Ve ister inanin ister inanmayin, ama cocuklari okula zamaninda yetistirdik.

Kuleli Askeri Lisesi'nin onunden gecerken Miss Navigation tamamen sustu ve bir daha da konusmadi. Esim dedi ki "Askeri arazilerin onunden gecerken navigasyon sistemleri guvenlik nedeniyle calismiyor. Ondan susmus olsa gerek." "Olabilir"  dedim. Miss Navigation'in emirlerinden kurtulmus olmak gerginligimi bir derece azaltmama yardimci oldu dogrusu :) Ancak okulumuza vardigimizda Miss Navigation hala sessizligini ve vakurlugunu koruyordu. Sadece ekrandan bize haritayi gostermekle yetiniyordu. Esime dedim ki: "Bak iste, iki kadini yan yana koyup "hadi bana yol gosterin" dersen olacagi budur. Guzel baslarlar, birbirlerinden hoslaniyor gibi yaparlar, hatta kadin olduklari icin birbirlerine sempati bile duyabilirler. Ama bu iliskilerinin ilk 5 dakikasi icin gecerlidir. 5. dakikadan itibaren emirler ve poflamalar baslar ve 10. dakikada tirnaklar cikarilmistir. Nihayetinde hedefe ulasilir ama ya kadinlardan biri harcanir ya da erkek "amaaan, ne haliniz varsa gorun be" der ve ceker gider :D

Yani anlayacaginiz Miss Navigation'i hem sevdim hem de gicik oldum. Aramizdaki ask ve nefret iliskisi nasil sonlanacak bakalim :D

Sevgileeeer,

Aydede

11 Şubat 2011 Cuma

Iyimser misin? Kotumser misin?

Iyimserlik ve kotumserlik dogustan mi belirlenir yoksa sonradan ogrenilir mi? Bence her ikisi de gecerli. Burada iyimserlikle Polyanacilik arasinda fark oldugunu belirtmeden gecemeyecegim. Iyimser insanlar bardagin dolu kismini gorebilen insanlardir, ancak Polyanalar bardagin bos kismina bakar ve onu dolu sanarlar. Iyimser ve kotumser insanlar arasindaki farklari asagida listelemeye calistim, sizin de bu listeye eklemek istediginiz noktalar varsa lutfen bana yazin: 


Kotumser insanlar - bardagin hep bos kismini gorenler:

1. Farkindaliklari yoktur. Bardagin dolu kisminin farkinda degillerdir veya bunu gormezlikten gelirler.
2. Ellerindekiyle yetinmeleri cok zordur. Hep daha fazlasini ister ve beklerler. Ellerindekilerin degerinin ve oneminin farkina varmalari icin onlari kaybetmeleri gerekir.

3. Kotumserlerin sanssizlardan en buyuk farki zaman zaman da olsa sansin yuzlerine gulmesidir. Ancak sansli olduklari donemlerde bile hayiflanacak birsey bulurlar.

4. Kotumserler, bir sanssizlik veya felaketle karsilastiklarinda hemen yerle bir olurlar ve yardima muhtac hale gelirler. Baslarina gelen sanssizlik ve felaketten siyrilmayi becerseler bile hayata kaldiklari yerden devam edebilme gucunu kendilerinde bulamazlar.


Iyimser insanlar - bardagin hep dolu kismini gorenler:

1. Farkindaliklari yuksektir. Bardagin bos kisminin farkindadirlar, ancak ellerindekilerin degerini cok iyi bildiklerinden genelde bardagin dolu kismina odaklanirlar.

2. Ellerindekine sukretmeyi bilirler.

3. Iyimserlerin Polyanalardan en buyuk farki, yukarida da dedigim gibi, bardagin bos kisminin tamamen farkinda olmalaridir. Yani Polyanalar'da varolan  "kaderci mutluluk"  iyimserlerde yerini  "hayattan bilincli bir sekilde memnun olma"  haline birakir.

4. Iyimserler, baslarina gelen sanssizlik ve felaketlerden siyrilmayi becerebilirlerse kisilikleri daha da guclenmis olarak yollarina devam ederler. Sanssizliklar ve felaketler karsisinda asla yelkenleri suya indirmezler, soylenmek yerine savasmayi tercih ederler.


Keske herkes iyimser olabilse, degil mi? Ancak bu cok zor. Iyimserlik ve kotumserlik dogustan karakter yapisiyla gelebildigi gibi sonradan da olusabiliyor. Ornegin genc ve iyimser bir kadin anne oldugunda cocuklarina isik sacar, onlara dunyadaki herseyi en parlak tarafindan gosterebilme yetisine sahiptir. Ancak ayni kadin yaslilik doneminde yillarin getirdigi birikimler ve yorgunlukla birlikte tamamen kotumser bir insana donusebilir. Veya etrafinizdaki kotumser bir arkadasinizi dusunun. Gencliginde herseyden sikayet eden ve bardagin hep bos tarafini goren bu arkadasiniz yaslilik caginda ellerindekinin degerini anlayarak daha doyumlu ve iyimser bir insana donusebilir.

Bana kalirsa iyimserlik ve kotumserlik ruh halini beynimizi egiterek kontrol altina alabiliriz. Ancak bu cok da kolay bir surec degil. Insanin hayati boyunca basina, kendi elinde olmayan, bircok olay gelebilir. Bu olaylar ne kadar pozitifse insanin da iyimserligini korumasi o kadar kolay olur. Ancak olaylar cogunlukla negatifse, insanin uzerinde kotumser olmasina sebep olacak baskici bir kuvvet olusur.

Sence sen hangisisin? Iyimser mi? Yoksa kotumser mi?

Sevgiler,

Aydede

7 Şubat 2011 Pazartesi

Degisimler neden sancilidir?

Cunku beden onden gider, ruh ise onu yakalamak icin fazla mesai yapar. Bugune kadar icinden gecmek durumunda kaldiginiz degisimleri bir dusunun. Tasinmak. 1 gun icinde esyalar tasinir. Bir gece eski evinizde yatarken ertesi gece hop diye yeni evinizde uyumaya baslarsiniz. Ancak ruhunuz hala eski mutfak duzenini arar, pencereden bakinca hala eski evinizin karsisindaki binalari gorecekmissiniz gibi gelir, ama nafile. Dogum. Bir kadin ortalama 28-30 yasina kadar tek basina yasar. Sonra birkac saat icinde hop diye bir bebek dunyaya getirir. Kadin artik fiziksel olarak anne olmustur olmasina da kadinin ruhunun bebege dolu dolu annelik yapacak kivama gelmesi icin zamana ve deneyime ihtiyaci vardir. Olum. Bir bakarsiniz bir arkadasiniz veya yakininiz bir anda oluvermis, hayattan sizin haberiniz bile olmadan cekip gitmis. Fiziksel olarak bu kisi artik hayatinizda olmamasina ragmen ruhsal olarak kendinizi cok fena sobelenmis hissedersiniz. Telefon rehberinizden olen kisinin numarasini silebilmeniz icin aradan yillar gecmesi gerekir, belki de hic silmezsiniz.

Degisimin kacinilmaz oldugu asikar. Bizim yapabilecegimiz en akillica sey degisimle bas etmenin yollarini bulmak. Insani olgunlastiran sureclerden biridir degisim. Bazi insanlar vardir, "ben artik cok degistim, olgunlastim" derler. Ancak bir de bakarsiniz degisim firtinasi ciktigi anda kucuk bir cocuk gibi bir koseye siner ve oylece kalakalirlar. Firtina bittiginde ise saklandiklari delikten cikip hicbir sey olmamis gibi yasantilarina devam etmeye calisirlar.

Ben Aslan burcuyum :) 2011 falima gore bu yil, istesem de istemesem de- buyuk degisimlerin olacagi bir yilmis. Ve benim tek yapmam gereken direnmek yerine degisim ruzgarini arkama alip pupa yelken acilmakmis. Aslan'lara duyurulur :D

Herkese degisimlerle bas edebilme gucu diliyor ve Istanbul'dan selamlarimi yolluyorum.

Aydede

4 Şubat 2011 Cuma

"Turban" Gorunce Afallayanlardan misiniz?

Bugun Atasehir’deki Turk Telekom’a telefon hatti basvurusu yapmak icin girdim. Binaya girer girmez karsima iki tane banko cikti. Bir bankoda basi acik bir memur, diger bankoda turbanli bir memur oturuyordu. Afalladim. Kendimi  “dini butun olan”  bir memur ile  “dini pek de butun olmayan”  bir memur arasinda karar vermek zorunda kalmis gibi hissettim. Bu ornege tekrar gelecegim.
Avrupa’nin bugunku kanayan yarasi ne diye bana sorsaniz hic dusunmeden  “irkcilik”  diye yanit veririm. Avrupalilar kokune kadar irkcidirlar. Bugun icine dustukleri finansal darbogazla birlikte irkcilik da son surat buyumekte. Diger taraftan demokratligin geregi irkci gibi gorunmekten de bir o kadar korkarlar.  Ornegin karsilarinda musluman olan ve musluman olmayan bir  “hizmet verici”  gorduklerinde –ornegin bir posta memuru- aralarinda hic ayirim yapmadan musluman olana gayet rahat bir sekilde yonelirler. Ancak hizmet alimi esnasinda karsilarindaki musluman kisiyle el ve goz temasina (tokalasma ve selamlasma gibi) girmemeye azami ozen gosterirler. Hizmet alimi sirasinda herhangi bir tatsizlik yasanmazsa aksam evlerine donerler ve her zaman yaptiklari gibi yabancilarin aslinda ne kadar korunmaya muhtac olduklari ve kendilerinin ne kadar mureffeh seviyede yasadiklarindan dem vurarak misil misil uykuya dalarlar. Onlar uykudayken ise sokaklardaki ve gettolardaki topluma entegre olamamis yabanci uyruklularin ofkesi ve umutsuzlugu cig gibi buyudukce buyur.
Iste Turkiye’de son yillarda tureyen bu “turban” sendromu da bana Avrupa’nin icine dustugu  “farkli olani toplum disina itme ve gormezden gelme”  yanilgisini cagristiriyor. Turbanlilar hayatin icinde hep vardi. Ama aslinda yoklardi. Okullara sokulmadilar, horlandilar ve aslinda onlara pek de yasam hakki taninmadi. Ulkede yapilan cami sayisina bakildiginda zannedilebilir ki zaman basina bir parca ortu gecirenlerin zamani. Ancak mesele, ozgurlukler ve demokrasi etrafinda laf ebeligi yapmaktan cikip gercek hayatin icinde turbanlilara gercekten yer vermeye gelince herkes tu kaka deyip geri cekilmeyi tercih ediyor. Is dunyasinda turbanin yeri yok. Starbucks’ta yanimiza bir turbanli oturdugunda hangimiz hafiften bir irkilmiyoruz?
Peki bunun suclusu kim? Bunun suclusu, turbani kafasina takip dini duygularini futursuzca teshir etmekte sakinca gormeyen ve de bundan nemalanan kadinlar ve buna canak tutan erkeklerde. Malesef bu durumda kabak yine fazlasiyla kadinlarin basina patliyor. Nitekim turbanli erkekleri teshis etmek icin sadece bakmak yetmez, biraz konusup anlamak da gerekir. Ancak  “turban” oylesine bir  “logo”  haline getirilmis durumda ki o ortuyu hangi kadinin basina baglasaniz o kadin aninda toplumda  “oteki”  damgasini yiyiveriyor.
Atasehir Telekom’da ben gayri ihtiyari olarak turbanli memura yoneldim. Beni bir secim yapma noktasina getiren insanlarin eline koz vermek istemedigimden olsa gerek, kisa bir tereddut yasamis olsam bile ben yine de turbanli memura yoneldim. Ancak bu secimim turbansiz memurda infial yaratti. Bilgi edinmek istedigim diger konular hakkinda turbansiz memura sorular sordugumda, isi olmasina ragmen, once  “bilmiyorum”  cevabiyla karsilastim. 5 dakika sonra kendimi, aramizdaki 5 metre mesafeye ragmen turbansiz memurun oturdugu yerden yuksek sesle sorularima verdigi gonulsuz cevaplari anlamaya calisirken buldum. Binanin icindeki  “biz”  ve  “otekiler”  ayrimini hissetmemek mumkun degildi. Ve boyle bir atmosfer icinde alinan hizmetten ne kadar memnun olunursa ben de o kadar memnun olarak binadan ayrildim. Asil ilginc olan ise benden hemen sonra binaya giren  “cember sakalli”  vatandasin yaptigiydi. Her halinden  “turbanli erkek”  oldugu belli olan bu vatandas aninda turbansiz memura yoneldi, turbanlilar na-mahrem oldugundan olsa gerek.
Din her zaman Turkiye’nin en yumusak karni olmustur bana gore. Ancak ulkeden ayri kaldigim son 10 yil icinde bu celiski artik iyice sokaklara dokulmus ve insanlarin kafasini ve duygularini iyiden iyiye karistirmis gibi gorunuyor. Umudum Avrupa’nin icine dustugu duruma dusmemek; icimizdeki farkliliklari kangren haline getirmeden ozumsemek ve entegre edebilmek. Din, ozellikle hayatla baglari zayif ve gitmek istedigi yonu kendi basina bulmakta zorlanan insanlarin bulundugu toplumlarda atesten bir gomlek haline gelir ve giyeni kul eder, kavurur. Dini teshir edip fanatik bir sekilde sevmek veya dinden olesiye nefret etmekten kurtuldugumuz gun hepimiz derin bir oh cekecegiz sanirim.
Aydede’den sevgiler.

2 Şubat 2011 Çarşamba

Insanin Kendi Ulkesi Her Zaman Sevimli midir?

Insan anadilinin konusulmadigi bir yerde yasarken kolaylikla salterlerini, ozellikle de duygusal salterlerini, kapatabiliyor. Yasadiginiz yabanci ulkenin dilini bilseniz bile bu dile anadiliniz kadar hakim olmaniz mumkun degil. Dolayisiyla yabanci bir ulkede yasarken uc maymunu oynamak cok kolay. Bu durum bazen oylesine enteresan bir hal aliyor ki icinde yasadiginiz bu  "yabanci"  toplulugun yasadigi toplumsal travmalar bile sizi pek etkilemiyor. Simdiye kadar yasadigim ulkelerde bircok sosyal ve duygusal sarsinti yasandigina eminim, hatta bazilarina bizzat sahit oldum. Ancak bunlarin hicbiri bende iz birakmadi; daha dogrusunu soylemek gerekirse bu olaylarin duygusal olarak hep disinda kaldim. Hafizamda sedece 2 olay yer etti. Birincisi 2 yil once Avusturya'daki asiri sagci partilerden birinin lideri olan Haider'in feci bir trafik kazasi sonucu olumu. Ikincisi ise yine Avusturya'da Fritzl denen bir adamin onyillar boyunca evinin bodrum katinda tuttugu oz kizina tecavuz etmesi ve ondan kendi oz torunlarini dunyaya getirmesi. Bu iki olay Avusturya kamuoyunda o kadar buyuk bir duygusal travma ve sorgulamaya sebep oldu ki kayitsiz kalmam mumkun degildi. Ancak kocaman 10 yil icinde hatirimda kala kala bu iki olay kaldi.

Bunlari neden mi anlattim? Cunku bu sabah gozumu acip da Defne Joy Foster'in oldugu haberini almak bende tarif edilmez bir duygusal sarsintiya yol acti. Cunku artik etrafimda konusulan herseyi virgulune kadar anliyorum. Ben kulaklarimi kapatsam da sozler agzimdan-burnumdan beynime giriyor ve saplaniyor. 2 gun once televizyonda dans ederken seyrettigim ve az da olsa gecmisini bildigim birinin geride minicik bir cocuk birakarak bir anda hayattan cekip gidivermesi beni oldukca sarsti. Annemle birbirimize baktik, konuyla ilgili pek fazla konusmamaya calistik, ama butun gun bu haberin etkisinden kurtulamadik. Iste insanin kendi  "evinde"  yasamasi boyle birsey. Duygusal travmalari ne kadar es gecmeye calissaniz da onlar sizin yakanizi birakmiyor. Televizyonu kapatsaniz gazetede karsiniza cikiyor. Gazete almayi biraksaniz internette flas haber olarak geciyor. Kacis yok yani.

Sanirim eve donmenin benim icin en zor tarafi artik uc maymunu oynayamayacak olmam. Istesem de istemesem de herseyi goruyorum, duyuyorum ve anliyorum. Bu durum insanin etrafiyla ve kendiyle ilgili farkindaligini arttirirken diger yandan insani duygusal calkantilara tamamen acik hale getiriyor.

Viyana'dan ayrilirken Isvecli arkadasim Andreas'la keyifli bir sohbet yaptik. Noel'i ve yeni yili Isvec'te evlerinde kutladilar. Viyana'ya donduklerinde Andreas evde gecirdigi sure icinde pek de keyifli olmadigini ima eden seyler soyledi. Nedenini sordugumda bana soyle dedi: "Biliyor musun, yillar once Isvec'ten ayrildigimda sandim ki disarida devirecegim on yillarin sonunda Isvec'e dondugumde ulkem gozume daha sicak, sevimli ve egzotik gorunecek. Ama bu tatilde anladim ki Isvec hala ayni soguk, ruhsuz ve duygusuz Isvec!". Ben de dedim ki: "Insanin kendi ulkesi, milyonlarca kilometre uzaga kacip, yillarca disarida yasasan bile sana egzotik ve sevimli gelmez, gelemez. Cunku soylenenleri virgulune kadar anladigin, insanlarinin beyinlerini okuyabildigin ve rontgenle damarlarinin icine kadar gorebildigin tek ulke kendi ulkendir." Ben bunu soyledikten sonra ikimiz de bu konuda birer yazi yazmaya karar verdik. O Viyana'da, ben Istanbul'da :D

Sevgiler,

Aydede

Insan Kendi Evinde Kendini Yabanci Hisseder mi?

Hisseder. 10 yillik bir ayriliktan sonra bugun Istanbul’daki evimdeki ilk gunum.  Peki ben kendimi nasil mi hissediyorum? Yabanci. Yerlestigim ev benim kendime ait ilk evim. Tapusu bende, yani kendimi gercek anlamda  “evimde”  hissetmeliyim, oyle degil mi? Hayir, oyle degil. Evdeki tum mobilyalari A’dan Z’ye ben tasarladim ve bir mobilyaci da bunlari benim icin yapti. Allah icin tam dusledigim gibi yapmis, ellerine saglik. Ama bende hala tik yok. Mobilyalari kucaklayasim gelmiyor veya yeni buzdolabimin sahane ic hacmi ayaklarimi yerden kesmiyor. Buyuk oglum cok tatli, hayatindan memnunmus gibi davranmaya calisiyor. Ama arada sirada kendine hakim olamayip tekrar Viyana’ya  donmek istiyorum diyerek mizirdaniyor. Kucuk oglum yasi geregi olaydan daha bir bi-haber. Ama o da garip birseyler oldugunun farkinda. Koskocoman Mickey Mouse’lu ve Donald Duck’li yeni yatagina ragmen o da kendini evinde hissetmiyor. Etrafimizda bize ev hissiyati veren tek unsur canim annecigim. Iyi ki o var, yoksa buyuk ihtimalle geldigimiz ucakla gerisin geri donerdik valla J
Her neyse, siz benim bu kadar sizlandigima bakmayin. Her insan kendi evini kendi kurar ve istedigi yerde kurar. Yeter ki kendini mutlu eden bir esi, bir isi, ailesi ve dostlari olsun. E simdi buraya zaten is icin geldik, dolayisiyla yeni hamleler uzerinde calisiyoruz. Iyi bir es cok sukur var da buraya 2 ay sonra gelecek, dolayisiyla onumuzde 2 aylik bir alacakaranlik kusagi var. Aile ve dostlar ise buradalar, biliyorum da once kendimi ve cocuklari biraz oturusturup ondan sonra aile ve dostlarla gecirecegimiz doyumsuz zamanlarin planlarini yapmak lazim.
Isterdim ki Istanbul’daki ilk yazima soyle bir baslangic yapayim: Yuppiii, evime dondum nihayet, tasini topragini optugum memleketim! Ama ben terk ettigim yerde, yani Viyana’da da gayet mutlu bir hayat suruyordum. Ondan once Slovenya’da da rahatim cok yerindeydi. Yani Istanbul’a hayal kirikliklari sonucu gelmedim. Aksine son 10 yildir katettigim mesafeyi bir o kadar daha ileriye goturmek umuduyla geldim. Ayrica cocuklarimiz buyuyor ve onlarin kafasinda bir  “ev”  konsepti olusturmamiz lazim. Ve insanin kendini en cok evinde hissedecegi yer en nihayetinde yine kendi memleketi oluyor.
Bugun Istanbul yagmurlu. Ama hava bir o kadar da yumusak. Viyana’nin dondurucu sogugundan sonra buradaki hava bize iyi geldi. Annemin tum israrlarina ragmen cocuklarin iclerine kulotlu corap giydirmiyorum J Havadaki nemden dolayi cildim de yumusadi J Yani aslina bakarsaniz Istanbul bizi guzel karsiladi. Simdi is bize dusuyor. Kollari sivayip Istanbul’u evimiz yapmak icin ise koyulmaliyiz.
Birkac gun icinde yeni bir yazida bulusmak uzere.
Asya ve Avrupa’yi bagrinda barindiran Istanbul’dan merhaba ve sevgiler :D
Aydede