Hurriyet

14 Ocak 2011 Cuma

Bir sure ara veriyorum

Sevgili okuyucular,

Tasinma hazirliklarina basladik, dolayisiyla yazilarima birkac hafta ara veriyorum. Tekrar gorusmek uzere, sevgiler.

Aydede

11 Ocak 2011 Salı

Avrupa'da Turk Pasaportu Ne Demek?

Ben Turkiye'nin egitimli nufusuna dahilim. Devletin olanaklariyla ve de calisarak Avrupa'daki bircok ulkedekinden daha iyi bir egitim aldim. Ailem de aydin ve ileri goruslu olunca hayatimin bir asamasinda bir sure yurtdisinda yasamak istedim. Amacim  "otekileri"  tanimak ve dolayisiyla kendimin ve Turkiye'nin konumunu daha net anlayabilmekti. Bilmiyordum ki Kenan Evren, Turk Ordusu, egitimsiz is gucu, darbe tarihi, tore cinayetleri, PKK, Apo, Tayyip Erdogan, bir turlu ibadete acilamayan kiliseler, Kibris, Ermeni sorunu, 1. ve 2. Viyana Kusatmasi ve daha niceleri de benim pesimden gelmisler :-O

Ilk duragim Viyana'ydi. Havaalindan otele gitmek icin taksiye bindim. Havaalanindan ciktik, karsima cikan ilk billboard'da gordugum yaziyla irkildim: "AUSLANDER RAUS!!". Yani  "YABANCILAR DISARI!". Bana demiyorlardir canim dedim kendi kendime, ben bir sure kalip tekrar donecegim nasil olsa. Ve o gun bugundur Avrupa'da calistigim ve yasadigim 15 ulkenin hangisine gittiysem benimle birlikte tum Turkiye de sanki pesimden geldi. Insanlar bana bakiyorlar, ama beni gormuyorlar, Kenan Evren'i veya Turk Ordusu'nu goruyorlar. Insanlar benimle konusuyorlar, ama beni duymuyorlar, sanki karsilarinda ben degil de Tayyip Erdogan konusuyor. Her yil Avrupa'dan Turkiye'ye milyonlarca turist akmasina ragmen bugune kadar tek bir Avrupali (Bosna-Hersekliler haric) bana Turkiye'deki plajlarla, tatil koyleriyle veya golf sahalariyla ilgili yorum yapmadi. Isleri gucleri agir-aksak isleyen veya hic islemeyen taraflara odaklanip olan iyi seyleri  "istisna"  saymak.

Avrupa'da en cok zorlandigim konu Avrupalilarla entellektuel duzeyde bir birliktelik kurmak oldu. Bana bakinca bana degil de pasaportuma ve kafalarindaki onyargilara odaklandiklari icin soyledigim her sozu bir degil iki kez tartmaya basladim. Sohbetlerim sirasinda hayal dunyam uzerine bir kilit vurdum ve sadece verilere dayali  "ruhsuz"  sohbetleri tercih ettim ki soyledigim herhangi sikayetimvari bir soz birkac gun sonra soguk bir Turkiye gercegiymis gibi yuzume vurulmasin.

Herkes  "Turk Pasaportu"ndan uzgun ve mutsuz hikayeler duyma beklentisinde. Insanlar sana bakinca senden once senin pasaportunu ve Turkiye'yle ilgili atilan gazete mansetlerini goruyorlar. Kendinle ilgili iyi bir olaydan bahsedersen karsidaki bunu soyle yorumluyor: "Boylesine iyi bir olayin Turkiye gibi musluman bir ulkeden cikan musluman bir kadinin basina gelmesi ancak istisna olabilir. Ve istisnalar da kaideyi bozmaz". Veya basina gelen kotu bir olayi anlatirsan: "Iste, Turklerin yasadigi dramin ve uzuntunun tipik bir ornegi. Vah zavalli,!" Boyle bir durumda iki opsiyonun var. Ya sessiz kalip ulkenle ilgili hicbir sey soylemeyeceksin ki insanlara yorum yapma hakki dogmasin. Veya kendini koklerinden arindirip tamamen  "onlar gibi"  olacaksin ki seni de kendilerine benzetmenin verdigi keyifle sana fazla dokunmasinlar.

Aci olan su: Hepimiz belli varsayimlar ve paradigmalar isiginda dunyayi ve insanlari degerlendiriyoruz. Kendimizi kendi kucuk dunyamizin icine hapsediyoruz. Ozumuzde hepimizin amaci ayni; mutlu ve rahat bir yasam surmek, cocuklarimiz icin iyi bir gelecek hazirlamak, dunyadaki egitimsizlik ve adaletsiz gelir dagimili gibi problemlere cozum bulmak. Istiyoruz ki hepimiz yuksek demokratik ve ekonomik standartlari elde edelim ki dunya olarak savas yerine barisa yelken acalim. Ama gel gor ki insanin icindeki  "seytan"  rahat durmuyor. Onyargilar ve olumsuz varsayimlarla insanlari korlestiriyor ve herseyin cozumu olan iletisim daha baslamadan bitiyor.

Yurtdisinda, ozellikle Avrupa'da yasamak isteyen Turklere duyurulur: Yurtdisina adim attiginiz anda bavulunuzun agirlastigini hissedeceksiniz. Ve bavulunuzu actiginizda bir de bakmissiniz bavuldan elbiselerinizle birlikte Kenan Evren, Turk Ordusu, egitimsiz is gucu, darbe tarihi, tore cinayetleri, PKK, Apo, Tayyip Erdogan, bir turlu ibadete acilamayan kiliseler, Kibris, Ermeni sorunu, 1. ve 2. Viyana Kusatmasi ve daha niceleri de birlikte cikmis :)

Viyana'dan sevgiler :D

Aydede

9 Ocak 2011 Pazar

Rengarenk misin Yoksa Tek Renk misin?

Hayatta tek seye odaklanarak yasayamam, herseyden haberim olmali. Okuldayken derslerim benim icin hep cok onemli oldu. Ama hicbir zaman sadece eve kapanan ve ders calisan biri olmadim. Hem gezdim, hem calistim. Tabi haliyle bircok uykusuz gecem oldu. Isim de benim icin cok onemli. Cok emek verdim, cok calistim ve belirli bir noktaya ulastim. Ama bu esnada hayatin geri kalanini iskalarim diye de odum koptu. Sadece isine odaklanan kariyer delisi bir insan olmak yerine hayatimda ittire kaktira da olsa hem kariyere hem de aileye kocaman birer yer actim.

Sadece para kazanmam gerektigi icin calismiyorum. Calismayi, hayata dahil olmayi seviyorum ben. Calismak benim hayatla aramdaki en onemli baglardan biri. Teknik olarak kendimi gelistirmenin otesinde degisik insanlarla tanisarak hayatin farkli renklerini kendi gozlerimle gormekten buyuk haz aliyorum. Hayatini sadece bir konuya veya olaya odaklamis insanlari anlamakta gucluk cekiyorum. Mesela hayatini sadece cocuklarina ve kocasina adamis bir kadin. Veya kendisini sadece ve sadece isine adamis bir erkek. Ya da tum hayati eglence ve giyim-kusam uzerine kurulmus bir insan. Bu insanlarin hayatlarinin  "renksiz"  oldugunu dusunmuyorum. Aksine bu insanlar odaklandiklari konuyu oylesine benliklerinin bir parcasi haline getiriyorlar ki boylesine bir yogunlugun  "renksiz"  olmasi mumkun degil. Sadece, tek renkli bu insanlarin hayatlari, kocaman bir tek renk barindiriyor icinde. Bu tek renk kocaman bir kirmizi olabilir, bembeyaz olabilir veya mavi olabilir. Ama sadece tek renk ve cok yogun.  

 "Tek renkli" bir insanla konusurken eger onun odaklandigi konudan bahsetmeye baslarsam saatlerce konusabiliyoruz. Ve saatlerce tek bir konudan bahsedilen sohbetimiz sonunda ben kendimi oldukca bitap hissediyorum, zira bu kisiler hayatlarindaki bu tek onemli konuyu tum benliklerini vererek, inanilmaz bir duygu yogunluguyla yasiyorlar. Aslina bakarsaniz  "tek renkli"  insanlara zaman zaman ozeniyorum; odaklandiklari konu haricinde dunyada olup bitenle ilgili herhangi bir his beslemiyorlar, bu anlamda oldukca calkantisizlar, duygusal gel-gitleri fazla olmuyor.

Ben ise rengarengim. Icimde her renk var. Bazen karalar bagliyorum, bazen gunes gibi simsicak bir sari oluyorum, bazen icimdeki azmi ve arzulari bastiramayip kipkirmizi oluveriyorum ve bazen de carsaf gibi dumduz bir deniz misali maviye boyaniyorum. Herseyle ilgili fikrim olsun istiyorum. Fikrimin olmadigi bir konu tartisildiginda konuyu merak ediyorum ve ben de ogrenmek istiyorum. Aslina bakarsaniz bu  "rengarenk"  olma durumu pek de kolay idare edilebilen bir ruh hali degil. Yillar boyu bir konu uzerine uzmanlasip veya belli bir yerde yasayip bircok arkadas edindikten sonra hop diye baska bir duzleme gecmek istemek. Dunyada gorulecek o kadar cok yer, tadilacak o kadar farkli lezzet ve tartisilacak o kadar degisik fikir var ki, benim gibi  "rengarenk"  insanlar icin tek bir yer veya tek bir konu cendereye girmekle esdeger. Sirf bu yuzden tek tip yemek rejimi yapamiyorum, herseyin tadina bakmaliyim. Veya sadece 2-3 kisilik cekirdek bir kadroyla arkadasliklarimi sinirlandiramiyorum, mahallenin muhtari misali herkesle sohbet edebilmeliyim. Yoksa elektrikleri kesilmis ve mum da kaybolmus gibi hissediyorum. Kocam da benim gibi, sanirim Viyana'dan ayrilma sebeplerimizden biri de bu, degisiklik zamani geldi. "Rengarenk"lik durumunun maymun istahlilikla karistirilmasini da istemiyorum. Bu iki durum arasindaki en buyuk fark maymun istahli biri basladigi isi bitirmezken rengarenk biri basladigi isi sonuna kadar goturur, hatta isin sonunu goremezse gece rahat uyuyamaz. Icindeki tutkunun  "kirmizi" sindan olsa gerek :D

Simdi sen soyle bakalim: Rengarenk misin? Yoksa tek renk misin?

Viyana'dan kucak dolusu sevgiler!

Aydede

8 Ocak 2011 Cumartesi

Herseye ve Herkese Muhalifim, Elimde Degil

Gazeteleri internetten okumaya bayiliyorum. Hem pratik hem de interaktif. Internet gazetesi canli, surekli devinim halinde, insanlar sanal ortamda birbirleriyle konusuyorlar. Artik yeni haber basliklari icin bir sonraki sabahi beklemeye gerek yok. Bir tikla dunyadaki tum degisiklikler aninda ekraninizda. Internette gazete okurken once haberin kendisini okuyorum, sonra da habere yapilan yorumlari okuyorum. Aslinda bana en ilginc gelen de yapilan bu yorumlar. Bu yorumlari okuyunca ayni havayi soludugum bazi insanlarin dusunce olarak aslinda nasil benden milyonlarca kilometre uzakta oldugunu hayretle fark ediyorum. Bunu benim dusuncelerim daha iyi ya da daha kotu anlaminda soylemiyorum, sadece ne kadar farkli oldugumuzdan bahsediyorum.

Ornegin su habere bakalim:

Haber: Erdogan'in Kars ziyaretinde yaptigi konusma: "Ak Parti gelene kadar dogalgaz yok muydu dunyada? Benim Kars'taki hanim kardesim tezek yakiyordu, 5 kat apartmanin dibinden komur tasiyordu. Kulu, kokusu, pisligi. Medeniyet bu, modern olmak bu, insanca yasamak bu. Ak Parti size bunlari getirdi."

Bu haber hakkinda bir okuyucunun baska bir okuyucuya yorumu: "Zavallim, oturmus internetin basina, isi gucu hukumeti karalamak. Ey dost! Cik disariya, gelismeleri gor! Ulkem gelistikce siz neden karalar bagliyorsunuz?"

Ben boyle bir haberi ve de ardindan hukumete toz kondurmamacasina yapilan yorumu okuyunca aklima ilk olarak Ankara ve modernligin tanimi geliyor. Benim bildigim 15-20 yil onceki Ankara cok daha sirindi. Her yer anlamsiz bir sekilde alt ve ust gecitlerle ve de adim basi karsiniza cikan manasiz havuzlarla donatilmamisti. Hukumeti oven bu arkadasin yorumuna bakinca modernligin tanimi nedir diye dusunuyorum. Modernligin tanimi daha fazla yesillik, daha az araba, sehrin icinden sehrin disina tasinmis uretim tesisleri ve sonuc olarak daha temiz bir hava. Modernligi herkesin kendine gore tanimlayabilecegini de dusunmuyorum, bence modernlik boyle birsey olmali.

Koru korune taraf tutamam ben, dogam musait degil buna. Karsilastigim olaylarda olayin her yonune bakmadan fikir yurutemem. Sag gozumu kapatip, olaya sadece sol gozumle bakarsam eksik kalirim. Taraf tutmak fanatizmin ilk adimidir bana gore. Taraf tutanlar muhalefet sanslarini da bastan yitirirler. Cunku taraf olmak demek bir anlamda tuttugunuz tarafin yaptigi yanlislari gormemek veya sineye cekmek demektir, dolayisiyla elestiri yapma hakkiniz tamamen elinizden alinir.
 
Peki taraf tutmadan bu dunyada kendimize nasil bir yer edinecegiz, kendimizi nasil ifade edecegiz diye sorabilirsiniz. Sen hic mi taraf tutmuyorsun, hep oraya buraya savruluyor musun diye de sorabilirsiniz. Hayir, savrulmuyorum. Kendi dogrularim isiginda karsima cikan olaylari ve insanlari bir butun olarak degerlendiriyorum. Yani olaylarin ve insanlarin sadece tu kaka taraflarina odaklanmak veya yaptiklari guzel isleri yerlere goklere sigdiramamak yerine bunlarin artilarinin ve eksilerinin hepsine bakiyorum. Artilari eksilerine agir basiyorsa bu olayi veya insani destekliyorum, ancak eksilerini de her zaman aklimin bir kosesinde tutuyorum ve de gerekirse zaman zaman hatirlatiyorum. Yani gozumu karartmiyorum, karartamam.
 
Bu baglamda, ornegin AKP'ye baktigimda ideolojik olarak bana hicbir sekilde hitap etmeyen bir siyasi parti goruyorum. Ancak partinin basinda Erdogan gibi lider yonu kuvvetli, mukemmel bir orgutcu ve akilli bir baskanin bulunmasinin AKP ve yer yer Turkiye icin olumlu oldugunu dusunuyorum. Ama genel anlamda eksileri artilarindan daha agir bastigi icin secimlerde bu partiye oy vermiyorum, cunku bu partinin genel ideolojisine ve ozellikle dini siyasi soyleminin belkemigi yapmasina muhalifim. Bunun yaninda oy verdigim parti CHP'ye bakiyorum, onunla da ilgili muhalif oldugum bircok nokta var, hatta sayi olarak belki daha fazla. Bir turlu orgutlenememesi, icindeki curuk elmalari ayiklayamamasi, insana "yok artik" dedirtecek komik hatalara imza atmasi (parti baskaninin secimlerde oy kullanamamasi gibi) ve bunun gibi daha bircok sikayetim var. Ancak partinin temel felsefesi benimkiyle ortustugunden ve de surdurmek istedigim hayat tarzina daha yakin bir cizgide durdugundan, muhalif de olsam, yillardir bu partiye oy veriyorum.
 
Evrensel dogrulara inaniyorum ben. Zamana ve sartlara gore uretilmis, sadece bir grup insanin cikarlarini gozeten sistemler bende otomatikman muhalif duygular uyandiriyor. Kendimi herhangi bir dini gruba %100 ait hissedemiyorum. Cunku biliyorum ki tum dinler ayni kaynaktan geliyor, birini kabul edip otekini reddetmek bana rasyonel gelmiyor. Kendimi %100 CHP'li olarak gorup diger partilere topyekun tu kaka da diyemiyorum. Cunku biliyorum ki onlar da ulkemizi en az benim sevdigim kadar seviyorlar. Farkimiz, sevgimizi ifade edis tarzimizda ve kullandigimiz yontemlerde. Hayatta koru korune taraf oldugum tek konu var, o da .........................................................................................................................
 
FENERBAHCE!
 
Dunyayi hem sag hem de sol gozunuzle, doya doya seyretmeniz dilegiyle.
 
Viyana'dan sevgiler, selamlar :D
 
Aydede   
 
 

7 Ocak 2011 Cuma

Uzlasmak Boyun Egmekle Bir mi?

Politikayi sevmiyorum. Ama onsuz da yapamiyorum, hayatin bir parcasi. Politikayi sevmememin tek sebebi uzlasmaya kapali olmasi veya uzlasmayi ancak son care olarak, mecbur kaldiginda kullanmasi. Uzlasma, iki tarafin da belli kazanimlarla birlikte belli fedakarliklarda bulunarak istenen nihai hedefe ulasilmasidir. Uzlasmada amac kazan-kazan olmali, yani iki taraf da olabildigi kadar fazla kazanimla pazarlik masasindan ayrilmali. Uzlasmada:

1. Iki taraf asgari mustereklerde anlasabilmeli,

2. Uzlasi, temel degerlerden taviz vermeden gerceklestirilmeli,

3. Duygusallik bir tarafa birakilip  "akil"  on plana cikarilmali. 

4. Almak kadar vermenin de uzlasmanin bir parcasi oldugu anlasilmali, vermek  "boyun egmek"  olarak alginlanmamali.

Evli ciftlerin evliliklerini mutlu bir sekilde surdurebilmesi, dostlarin dostluklarini olene dek surdurebilmesi, kurumlarin surdurulebilir karlilik saglayabilmesi ve de en onemlisi ulkelerin varliklarini saglam temeller uzerine oturtarak, refah icinde surdurebilmesinin tek yoludur uzlasmak. Sebebi basit. Dunyada 7 milyar insan var ve bu 7 milyarin her birinin dogrusu farkli. Turkiye'de 73 milyon insan var ve bu 73 milyonun her birinin dogrusu da farkli. Her birimizi ayri ayri mutlu edecek bir siyasi parti bulmak imkansiz. Dolayisiyla saglam temeller uzerinde dimdik ayakta durmak istiyorsak bunun tek yolu, istesek de istemesek de, uzlasmak.  

Uzlasmak, yumrugunu masaya vurup hat-hotle is yaptirmaya alisilmis ortamlarda  "boyun egmek" le esdeger gorulur. Uzlasmanin kurallarindan biri olan  "fedakarlik", bir gucsuzluk gostergesi olarak algilanir. Aklin degil gururun kosulsuz hukum surdugu ortamlarda fikirler degil yumruklar carpisir ve her gecen gun nihai hedeften, basaridan biraz daha uzaklasilir.  Uzlasmak boyun egmek degildir. Tam tersi, uzlasmak istedigini elde etmenin tek yoludur. Bir yonetici "asil hedefe" odaklanmak yerine hep kendisinin onde oldugu, ne pahasina olursa olsun "ben merkezci" bir yol izledigi takdirde er ya da gec tokezler ve isini kaybeder. Surekli "ben, ben" diyen bir iktidar ve muhalefet, surekli eller havada, yumruklar hazir, birbirinin gozunu oymaya yemin etmis politikacilar ve hosgoruyu rafa kaldirip bu politikacilari kosulsuz takip eden insanlar. Uzlasmanin ve hosgorunun olmadigi, aklin tatile ciktigi yerde insanlarin kutuplasmasi ve ulkenin haritasinin 2-3-5 renge boyanmasi kacinilmaz. Ana hedefi unutup sadece birbirlerinin varliklarina odaklanmis ve birbirlerini yok etmeye calisan siyasi partilerin bulundugu bir ortamdan dogacak tek sonuc, birbirine guven duygusunu yitirmis bir halk, bundan nemalanarak buyuyen ve nihayetinde kangren olan siyasi partiler, ve bir turlu gelisemeyen, guduk kalmis bir demokrasi.

Insanoglu binbir cesit. Hepimiz hersey bizim istedigimiz gibi olsun istiyoruz. Ancak istedigimizi elde etmenin tek yolunun karsimizdakini ikna etmekten gectigini goremeyecek kadar korlesebiliyoruz. Uzun zaman once bir hikaye okumustum: Gunes ile ruzgar iddiaya girerler. Sokaktan gecen adamin uzerindeki ceketi kim cikarabilir. Ruzgar baslar esmeye. Eser, hizini arttirir, adamin ceketinin icine girmeye calisir, olmaz. Ruzgar ciktigi icin adam ceketine simsiki sarilir, birakmaz. Ardindan gunes gelir, baslar isitmaya. Yavas yavas isisini arttirarak ortami oylesine isitir ki adam ceketini kendiliginden cikariverir. Bugun bizim veya benzer politikacilarin (melesa ABD'nin Irak'ta yaptiginin) ruzgardan farki yok. Ruzgarin siddetinden gunesi henuz goremedik, gunese hasret kaldik.

Ruzgarin yerini gunesin alacagi gunu sabirsizlikla bekleyen Aydede'den sevgiler.


5 Ocak 2011 Çarşamba

Devlet mutfaga girmeli mi?

Gecenlerde Avusturyali, daha dogrusu Viyanali, eski bir is arkadasimla yemege ciktik. Hayati algilama seklimiz konusunda aramizda daglar kadar fark var ancak birlikte iyi isler cikardik. Yemek sirasinda konu ev islerinden ve cocuklu hayatla is hayati arasindaki dengenin nasil kurulmasi gerektiginden acildi. Ve Viyanali arkadasim dedi ki: "Nil, biliyorsun Avusturya yasalarina gore erkekler de %50 oraninda ev islerine katilmak zorundalar." Yani demek istiyor ki esinin ev isi yapma zorunlulugu var, olur da esin ev islerini paylasmaya gonulsuz olursa polise sikayet edebilirsin. Sanirim benden bekledigi cevap soyleydi: "Aman Allahim, ne kadar harika bir yasa bu! Herseyin kadinlar icin dusunuldugu, kadinlarin da 1. sinif vatandas oldugu bir ulke burasi!" Tabi tahmin edersiniz ki ben boyle bir cevap vermedim. Tam tersi, soyle dedim: "Kadinla erkegin iletisim kurmayi beceremeyip mutfak, oturma odasi ve banyo duzenlerini kurmak icin dahi devleti hakem olarak tuttuklari toplumun vay haline!"

Yazilarimda Avusturya'dan ve Avrupa'dan bahsederken pek olumlu bir tablo cizmedigimin farkindayim. Cunku herhangi bir dusunceye dogru dahi olsa koru korune baglanmanin sonun baslangici oldugunu dusunuyorum. Genel inanis Avrupa kulturunun cok ileri oldugu ve Avrupa'nin kulturun ve ilmin besigi oldugu yonunde ki bu inanis genel anlamda dogru. Ancak benim yapmak istedigim her gulun bir dikeni oldugunu da gostermek. Koru korune "Avrupa bizden ileride, bak adamlar taaa nerelerdeler, biz daha neredeyiz!" dusuncesine saplanir ve sorgulamayi birakirsak yaptiklari her isin dogru oldugu varsayimina dayanarak yaptiklari yanlislari bile dogru gibi gormeye baslariz.

Gelismis Avrupa'daki sosyal devlet sistemi harika. Devlet vatandas icin var, dolayisiyla koltuguna yillarca yapisip kalan politikacilar yok. Yolsuzluk varla yok arasi. Tuketim cilginligi yok, markette alisveris sepetini tika basa doldurmus tek bir insan goremezsiniz. Pratikte kadinlarla erkeklerin esit oldugunu soylemek zor ama en azindan bu esitsizligi gidermek icin devlet bircok girisimde bulunuyor. Kadinla erkegin esit olmasi gerekliligi tartismasiz bir sekilde herkes tarafindan kabul ediliyor. Devlet hangi sebepten olursa olsun zor durumda olan her vatandasina esit sekilde maddi yardimda bulunuyor. Bu kisi evsiz olabilir, yalniz basina cocuk dogurmus bir kadin olabilir veya issiz olabilir; devlet ayrim gozetmeksizin hepsine gerekli miktarda yardimda bulunuyor. Ancak toplum icinde muthis bir guvensizlik, ben merkezcilik ve iletisimsizlik hakim. Hic kimse kimseyle ilgilenmiyor. Yaslilarin cogu tamamen yalniz yasiyorlar. Bazi yaslilar oldukten 1 hafta sonra evinden koku geldigi icin polise haber veren komsular tarafindan bulunuyor. Olen yaslilarin cocuklari ebeveynlerinin olumunden aylar sonra kapiya gelip zili caliyorlar, cevap alamayinca komsuya soruyorlar ve aci haberi komsudan ayakustu aliyorlar. Bu arada belediye olen yaslinin evindeki esyalari bosaltmak icin tasiyicilar kiraliyor ve olen kisinin esyalarini sahiplenen olmazsa bu esyalar oraya-buraya dagitiliyor.

Gelismis Avrupa'da refah seviyesi yuksek. Makro anlamda rakamlara bakinca kisi basina dusen milli gelir dunyada basi cekiyor. Ancak toplumun damarlarini mikroskopla incelediginizde goruyorsunuz ki devlet insanlari icin yarattigi refahi yine kendi insanlarinin yalnizligini, bencilligini ve iletisimsizligini telafi etmek icin kullaniyor. Iyi de yapiyor. Bizdeki  "imece usulu"  nun yerini Avrupa'da  "devlet yardimi"  aliyor.

Kocam bana ev islerinde yardimci olsa harika olur. Ancak ben mutfagimi, oturma odami ve banyomu kimin temizleyecegi konusunu devlete havale etmek yerine kocamla konusarak halletmeyi tercih ederim. Dusunsenize, gece kocam bulasiklari yikamiyor ve de yatmaya gidiyor. Ben de kinlenip polisi ariyorum ve kocami sikayet ediyorum. Ertesi gun esime karakola gitmesi icin tebligat gidiyor ve esim panik icinde beni ariyor: "Beni karakoldan cagiriyorlar, ne oldu acaba???". Ben de diyorum ki: "Hani sen dun gece bulasiklari yikamadin ya. Iste o yuzden ben seni polise sikayet ettim. Ama 1 ay boyunca bulasiklari yikayacagina soz verirsen sikayetimi geri cekerim!!!" Boyle evlilik mi olur ayol? Saka gibi!

Ev isleri icin esiyle kavga etmek yerine yardimci tutan Aydede'den sevgiler :D

4 Ocak 2011 Salı

Viyana'ya Veda Ederken ...

Bundan 9 yil once karanlik bir Kasim gunu vardim Viyana'ya, 19 Kasim 2001'di sanirim. Allah'im dedim kendi kendime, bu ne? Her yer bal-dok-yala misali tertemiz, bakimli ama sessiz mi sessiz, hareket yok. Hele bir de Istanbul'un canli ve civiltili atmosferinden cikip Viyana'ya gelince hayat bir anda yavaslamis ve rolantiye alinmis gibi geldi. Herhalde havaalani civarinda oldugum icin fazla hareket yok dedim, sehir merkezinde durum farklidir diye dusundum. Sehir merkezinin biraz disinda, sirketin ayarladigi otele yerlestigimde derin bir nefes aldim. Zira Istanbul'daki isimden ayrildigim gunle Viyana'daki ise basladigim gun arasinda sadece 13 gun vardi. Tahmin edersiniz ki bu 13 gun icinde Istanbul'daki hayatimi toplayip bir bavula siksitirmak icin kirk takla attim; veda edilecek ailem ve arkadaslarim, sirkette devretmem gereken isler ve ardimda birakmam gereken bir kedim. Sagolsun kardesim Tuba kedime sahip cikti da hayvancagizi geldigi yere, yani sokaklara, gerisin geri birakmam gerekmedi.

Oglen saatlerinde otelime varip bir dus alip biraz uyudum. O 2 saatlik uyku esnasinda Isanbul'da biriktirdigim tum yorgunluklar sanki uctu gitti. Dinc bir sekilde uyandim ve beni ise alan mudurumun benimle ilgilenmesi icin gorevlendirdigi ekip arkadasima telefon acip geldigimi bildirdim. Bu arkadasla aramizda gecen ilk diyalog soyleydi:

Ben: Hi! I am here!

Ekip arkadasi: Hi! Welcome to Vienna! How was your flight?

Ben: Good. I was very tired when I got to the hotel. So I took a rest.

Ekip arkadasi: What???? Are you arrested???? Which police station are you in???? Have you got your passport with you???

Ben: ?????????

Ve o gunun gecesinden baslamak uzere inanilmaz yogunlukta ve guzellikte bir 9 yil gecirdim. Harika ve de pek harika olmayan bircok insanla tanistim. 15 ulkenin insanlarini hem birlikte calisarak hem de birlikte yasayarak cok yakindan tanima sansim oldu. Bugun buradan ayrilirken bu insanlarin bircogunun dostlugunu da beraberimde valizimde goturuyorum. Bu arada yukarida bahsettigim  "ekip arkadasiyla"  evlendim ve iki minnos oglum oldu :) 2 yil olarak baslayan, ancak 9 yil suren Avrupa maceramin bilancosu her zaman hayallerini kurdugum bir kariyer, aile ve en cilgin ruyalarimda bile gidecegimi dusunmedigim bircok ulkeyi gezip tanimis olmanin verdigi haz.

Peki bu 9 yil boyunca ben degistim mi? Bana sorarsaniz hayir, degismedim. Ben hala o eski ben; herseyi merak edip denemek isteyen, ailesini ve dostlarini cok ama cok seven, is hayatinin hep icinde olan ve onsuz yapamayan. Ancak dusuncelerim 9 yil oncesine gore cok degisti, yeni yeni bircok fikir edindim. Hatta artik kendim fikir uretmeye ve akil yurutmeye basladim. Bu blogu baslatmamin sebeplerinden biri de bu. Bircok farkli kulturden o kadar farkli insanla tanistim ki bu deneyimin sonunda beni en cok sasirtan hepimizin aslinda ne kadar ayni oldugumuz. Ayni seylere seviniyoruz, ayni seylere uzuluyoruz, hepimiz GDO'lu gidalardan ocu gibi korkuyoruz ve hepimiz cocuklarimiz icin en iyiyi yaratmaya calisiyoruz. Istedim ki hepimizin bir ve ayni oldugunu butun dunyaya kendi gozlerimin gordugu gibi anlatayim. Istedim ki aramizdaki farklarin kaynaginin bedenimiz veya beynimiz degil dunyayi farkli gozlerle goren gozlerimiz oldugunu herkes duysun. Dolayisiyla yazmaya basladim.

Bir elveda yazisi degil bu. Ileride bir gun yine buraya gelebilir veya daha da uzaklara gidebiliriz, bizim bavulumuz her zaman hazir :) Viyana'ya simdilik hoscakal derken bizi bekleyen Bogazici maceramizin da en az Avrupa maceramiz kadar bereketli gecmesini temenni ediyorum.

Wiederschauen Wien!

Merhaba Bogazici!

Aydede




3 Ocak 2011 Pazartesi

Ataturk'u sevmeyen herkesle kavgaliyim! Duyurulur!

Bunu Ataturk'u idollestirmek veya Ataturk'un kahramanliklarini takilmis plak misali done done anlatmak istedigimden soylemiyorum. Ataturk'le sorunu olan herkesin Turkiye'yle ilgili art niyet besledigine inaniyorum. Milliyetci degilim. Sadece vatanseverim. Dolayisiyla bugune kadar pamuklara sararak buyuttugumuz ve gozettigimiz vatana, benim olana el kalkinca veya dil uzatilinca ayagimdaki nasira basilmis gibi hissediyorum. Asagida listesini verdigim herkesle sorunum var, duyurulur:

- Ataturk'un adini anmadan ikinci bir cumhuriyet kurmaya calisan 2. Cumhuriyetcilerle,

- Turbanindan dolayi universiteye girememesinin sucunu Ataturk'e atan ve bunun asil suclusunun dini siyasi bir somuru araci haline getiren yobaz politikacilar oldugunu goremeyen, sacindan ote beyni ortulu kadinlarla,

- Orada-burada Ataturk'un aslinda Selanik'te dogdugunu ballandira ballandira anlatan, ancak mesele Turk Ordusu'na geldi mi mangalda kul birakmayan Yunanlilarla,

- Bir komutanin ulkesinin isgal edilisine goz yummayarak baslattigi Kurtulus Savasi esnasinda can veren Ermenilerin planli bir sekilde katledildigini, yani soykirima ugradigini iddia eden, kisacasi Hitler ile Ataturk'u ayni kefeye koyan herkesle,

- Ataturk'un yarattigi laik cumhuriyetin en degerli hediyesi olan laikligi savunurken orseleyen, aldigi emaneti bir adim oteye tasiyip zamanin sartlarina uygun hale getiremeyen CHP'yle,

- Ataturk'un bu ulkenin varolmasini saglayan yegane kisi oldugu gercegine gozlerini ve kulaklarini siki siki kapayip  "bu ulkeyi biz bastan yarattik, su kadar baraj yaptik, bu kadar yol yaptik"  diye her daim kucuk daglari ben yarattim edasiyla gezinen ve ulkeye gelen yatirimlarin aslinda kendisine degil de  "Ataturk Turkiye"  sine geldigini gormemek icin kirk takla atan AKP'yle,

- Ataturk gibi milliyetci ve vatansever oldugunu iddia eden, ancak Ataturk'un hosgoru ve birliktelik mesajlarinin aksine her konusmasinda toplumda nefret tohumlari eken MHP'yle,

- Birlikte ve ayakta kalmanin en imkansiz oldugu donemde bizi tekrar tek vucut yapan Ataturk'un I. Dunya Savasi sonunda bozdugu bolunme planlarini tekrar hayata gecirmek icin gece-gunduz ugrasan ve Kurt adini lekeleyen Kurt militanlarla.

Yukaridaki listede yer alan herkesle sorunum var. Cunku bu insanlarin bugunku Turkiye'yi Turkiye yapan degerlerle kavgali olduguna inaniyorum.

Peki tek vucut olarak ayakta kalmanin yolu nedir? Aslinda basit. Ataturk uzerinden kavga etmeyi birakacagiz. Kavga edeni de susturacagiz veya kavgaya alet olmayacagiz. AKP Ataturk'un laik tarafini reddederek, sadece vatan topraginin kurtaricisi oldugu gercegiyle yoluna devam edemez. CHP ise kendisini dinden ve toplumdan soyutlayarak, laikligi guduk bir kurallar yigini haline getirerek devam edemez. Ataturk'un orasini-burasini-surasini kirpip kendimize gore yontarak hicbir yere varamayiz. Ataturk'un ogretilerinin yarisini degil, tamamini ozumseyerek, bu ogretileri gen haritamizin bir parcasi haline getirerek yolumuza kaldigimiz yerden devam etmeliyiz.

Ataturk'un sadece laik kismini alarak olmaz. Ataturk'un sadece vatansever kismini alarak da olmaz. Ataturk'un yarisina degil tamamina ihtiyacimiz var.

Yuregi kabarmis Aydede'den sevgiler :)

2 Ocak 2011 Pazar

B Planin Var mi?

Bir insanin akilli olup olmadigini B Plani olup olmadigina bakarak anlarim. Cesit cesit insan var: Guzel-cirkin, zengin-orta halli-fakir, caliskan-tembel, zenci-beyaz, patron-isci, vs. Bu saydigim ozelliklerden pozitif olanlar insana bir adim onde baslama sansi verir. Ancak dedigim gibi bu durum sadece  "sans"tir, kisinin hayati boyunca arzu ettigi yasam tarzini surdurebileceginin garantisi degildir. Insanin arzu ettigi hayati yasamasini saglayan yegane unsur B Plani'dir.

Isinizi ele alalim. Severek ve isteyerek basladiginiz bir isiniz var. Egitiminize uygun, okulda ogrendiklerinizi az da olsa gercek hayatta uygulama firsati yaratan ve de en onemlisi sizi destekleyen ve gelisiminize katkida bulunan bir patron. Ancak bir sabah mesajlarinizi aciyorsunuz ve ilk gordugunuz sirketinizin baska bir sirket tarafindan satin alindigi. Ve 2 gun sonra da artik sizin departmaniniza ihtiyac kalmadigindan sizin departmani kapatiyorlar ve sizi de kapinin onune koyuyorlar. Bu ornek size abartili gelmesin, cevremde ilk etapta hatirladigim 2 kisinin basina geldi bu olay.

Veya evlenip sicacik bir yuva kuran bir kadini ele alalim. Kadinlardaki genel egilim evlendikten sonra ailesini ve evini kendi isi addedip calisma hayatina kapilarini kapatmasi. Turkiye'de olsun, Avrupa'da olsun, bu durum genelde kadinin dogasinda olan birsey. Kadinin ozellikle cocuk sahibi olduktan sonra isten ayrilip evinin kadini olmasinin bircok sebebi olabilir. Icinde yasadiklari ulkedeki sosyal sistemin zayifligi, cocuklarini guvenle birakabilecekleri bir kisinin veya kurumun olmayisi, isyerindeki olumsuz calisma sartlari, vs. Ancak burada bahsetmek istedigim isin sosyal ve guvenlik boyutundan ziyade bir kadinin sirf  "evlendigi"  ve de  "anne oldugu"  icin kendini  "erken emekliye"  ayirmasi, bu davranis sekli bana biraz zordan kacma veya isten kaytarma gibi geliyor. Sebep her ne ise, isinden ayrilip tamamen kocasindan gelen gelire bagimli bir hayat yasayan kadin sansliysa omur boyu uc asagi bes yukari ayni geliri getiren kocasiyla ayni yastiga bas koyuyor ve hayatini finanasal anlamda fazla turbulansa girmeden devam ettiriyor. Ancak kim garanti edebilir ki bu evlilik omur boyu surecek? Illa ki bosanmadan bahsetmiyorum, cunku finansal anlamda bagimliligin soz konusu oldugu evliliklerde bosanma da ister istemez devreden cikiyor. Ancak, Allah gostermesin, ayrilik bircok sekilde karsimiza cikabilir. Olum de bunlardan biri. Tum bunlar kulaga dramatik gelebilir, ancak gercek su ki cocuklu bir kadinin alabilecegi en buyuk risk kendisinin ve cocugunun hayatini sadece  "sans" faktorunun eline birakmasidir.

Bunlar hepimizin basina gelebilecek orneklerden sadece ikisi. Kadin olsun erkek olsun, insanin gece rahat bir uyku cekebilmesini saglayan yegane faktordur B Plani. Insanlarin ve toplumlarin bugunku yasam standardinin devamliligini tehdit eden bircok faktor illa ki mevcuttur. Saglik problemleri, riski fazla yuksek isler yapmak, egitimsizlik, bilgi noksanligi, savaslar, tembellik aklima gelenlerden sadece birkaci. Dunyanin neresinde olursa olsun  "akilli"  bir insanin yapacagi ilk sey kendisi icin bir  "B Plani"  olusturmak. B Plani gece rahat uyumanizi saglar, stresinizi azaltir ve genel anlamda daha mutlu bir insan olmanizi saglar. Peki B Plani hayatta istediginiz herseyi elde edeceginizi %100 garanti eder mi? Etmez. Beyoglu'nda yururken binalardan birinin gevsemis penceresi kafaniza gecebilir ve siz durduk yerde komaya girebilirsiniz. Yururlukteki hicbir B Planiniz bu kazayi ongoremez veya engelleyemez. Ancak saglik sigortanizin olmasi boylesine vahim bir kazadan sonra en iyi hastanede ve en iyi ellerde tedavi edilmenizi %100 garanti eder.

Okul sisteminde hep en yuksek notu alan ogrenciler gelecegi de en parlak ogrenciler olarak kabul edilir. Okul sistemini elestirdigimden degil; ancak okul sistemi EQ'dan ziyade daha cok IQ'ya odaklanir. Iyi okullardan mezun olan iyi ogrencilerin hayata da bir adim onde basladiklari bir gercek. Ancak akilalmaz surprizlerle dolu su dunyada hayatta kalabilmenin ve arzu ettiklerimize ulasabilmenin yolu ne yuksek notlar, ne zengin koca ne de mevki. Gece yastiga basimizi rahatca koyabilmenin ve sabahlari mutlu uyanabilmenin tek yolu saglam bir B Plani ;-)

B Planlari'yla bezenmis, sarsintisiz bir 2011 dilerim!

Viyana'dan sevgiler.

Aydede