Hurriyet

30 Kasım 2010 Salı

Insanlari Artik Daha Az Seviyorum

Oldukca "korumali" bir ortamda buyudum, Amerikalilarin "sheltered American" dedigi gibi, ben de "sheltered Turk" olarak dunyaya geldim ve oyle de buyudum. Hicbir zaman oyle fazladan paramiz olmadi, ama iyi okullara gidecek seviyede bir gelirimiz hep vardi. Herhangi bir ulkede gocmen veya baskasinin evinde yasamak durumunda da kalmadik. Kendi memleketimizde, kendi evimizde, kurallarini kendimizin koydugu ortamlarda buyuduk. Etrafimiz hep kocaman bir aileyle cevriliydi, dolayisiyla iyi gunumuzu de kotu gunumuzu de bizimle can-i gonulden paylasan insanlarla cevriliydik. Kendimize yapilmasini istemedigimiz seyleri baskasina da yapmamamiz ogutlendi hep. Dolayisiyla "iyi insan"lar olarak yetistirildik ve hayata atildik.

Boylesine "korunakli"  bir cevrede buyumek bizi genel anlamda humanist ve insansever bireyler haline getirdi. Bu ruh hali aslinda o kadar iyimser ve insana kendini ferah hissettiren bir ruh hali ki ... Arkadaslariniz tarafindan seviliyorsunuz, sizden buyuk teyzeler size bakarak annenizi-babanizi boyle cocuklar yetistirdikleri icin tebrik ediyorlar ve toplum icinde seckin denilebilecek bir yere sahip oluyorsunuz. Ancak bu "korunakli" cevrede iyi bir birey olarak yetismenin getirdigi bir de  "saflik" var ki beni ozellikle evden ilk ayrildigim 18 yasimdan 30'lu yaslarimin basina kadar surekli takip etti. 

20'li yaslarin basindaydim. En iyi arkadaslarimdan biri bir gun bana dedi ki: "Sen de herkesi seviyorsun canim, bu kadar da olmaz ki!". Benim icin hayatimdaki herkes arkadaslik kurulabilecek insanlardi, bir nevi karsima cikan herkesi kendim gibi saniyordum veya oyle olduklarina inanmak istiyordum. Tasradan gelip Istanbul'da kurtlar sofrasina oturunca kelimenin tam anlamiyla felegim sasti. Mesela yabanci bir memlekette gocmen olarak buyumus olsaydim, gocmenlerdeki surekli kendini savunma ve ispat etme gudusuyle hareket edebilir ve en azindan kendimi mudafa etmenin yollarini bilirdim. Veya cok zengin bir ailenin cocugu olarak buyuseydim en azindan paranin insanlar uzerindeki etkisini cocuklugumdan beri bir sekilde test etme sansim olacagindan yine kotu niyetli insanlara karsi bir savunma mekanizmasi gelistirmis olurdum. Veya zenci olsam derimin renginden dolayi kendimi her an her yerde ve ne sekilde savunmam gerektigi konusunda bir fikrim olurdu. Ancak bunlardan hicbiri degilim. Sadece "sheltered" bir Turk'um.

Insanlarin iclerinde iyilik kadar kotuluk de barindirabileceklerini 30'lu yaslarimin basinda yurtdisina cikinca anladim. "Sen de iyi safmissin" diyerek gulebilirsiniz, ama oyle oldu iste. Calistigim uluslararasi ortamlardaki kisilik ve koltuk savaslari, performansa gore degil de ortama ve sartlara gore veriler terfi kararlari, sirf Dogu Avrupali oldugu icin isin hakettigi maasin yarisiyla ise giren insanlar, Avrupa Birligi'nin siginmaci kabul eden ulkelere ayirdigi fondan para almak icin gelen tum siginma taleplerinin neredeyse hepsini kabul eden ancak aldigi siginmacilara hicbir sosyal hak ve hukuk tanimayan Avrupa ulkeleri. Bunlar is hayatinda ve icinde bulundugum politik cevrede beni hem sukut-u hayale ugratan hem de etrafimdaki olaylari degerlendirirken ayaklarimin yere basmasini saglayan orneklerden birkaci. Ozel hayatimda da cok cesit insanla karsilastim, hepimiz gibi. Arkadasligin anlamini bilmeyenler, kiskananlar, ilgisizler, karamsarlar, vs.  

Ozellikle de cocuklarim olduktan sonra genel anlamda insanlara karsi duydugum sevgi azaldi, ancak sevdigim insanlari da daha yogun sevmeye basladim. Ben de benim ailemin yaptigi gibi cocuklarima guvenli ve "korunakli" bir ortam yaratma cabasi icindeyim. Ancak ayni zamanda onlari biraz da "teflon insan" tarzinda yetistirmenin yollarini bulmaya calisiyorum. Karsilarina hep iyi insanlar ciksin diye dua ediyorum, ancak insanlardan gelecek kotulukleri de gerisin geri puskurtebilsinler istiyorum. Hayattaki olumsuzluklarin da farkinda olsunlar ve bunlardan fazla etkilenmesinler istiyorum.

Siz cocugunuzu nasil yetistiriyorsunuz, merak ediyorum. Paylasir misiniz?

Viyana'dan selamlar, sevgiler.

Aydede

29 Kasım 2010 Pazartesi

Stres mi sizi yonetiyor, siz mi stresi yonetiyorsunuz?

Eskiden hayat sanirim daha yavasti. Elde edibilecek seylerin sayisi sinirliydi, dolayisiyla beklentiler ve arzular da oyle. Bir evi olan ikinci evi nasil alabileceginin planlarini yapmak yerine her yil doyasiya tatilini yapardi. Iyi bir isi olan daha iyi bir ise gecmenin planlarini yapmak yerine elinde olan isi tutmaya odaklanirdi ki hayati belli bir duzen cercevesinde devam etsin. Ancak bunlar dunku hayatin gecerli kurallariydi, bu kurallar bugun malesef gecerli degil. Cunku herseyin daha iyisi mevcut ve ulasilabilir hale geldi. Mortgage'la yatirim amacli ikinci bir ev almak artik oldukca mumkun, donanimli biriyseniz (ve tabi sansiniz da yaver giderse) 1 ay icinde yeni bir ofiste, daha iyi bir maasla ise baslamaniz artik imkansiz degil. Yani gecmise oranla hayattaki seceneklerimiz artik daha fazla ve ulasilabilir hale geldi. Ancak bunun icin odenen bedelin adi da "stres". Etrafimizdaki tum bu seceneklerden haberdar olabilmek, yeri geldiginde bu secenekleri degerlendirebilmek, kisacasi yasam standardini giderek arttirmak icin artik surekli antenlerimizi acik tutmaliyiz.

Stresi iyi yonetebilen biri oldugumu soyleyemem. Hatta zayif noktalarimdan biri de bu. Ozellikle cocuklar oldugundan beri onlara iyi ve guvenli bir gelecek saglama ve bu kadar secenek arasindan benim ve ailem icin dogru olani secme kaygisiyla zaman zaman uykusuz geceler gecirdigimi soyleyebilirim. Ancak yanibasimda duran esime baktigim zaman beni oldukca sasirtan ve sevindiren bir tablo goruyorum. Cocuklardan onceki o herseyin karanlik tarafini goren, hafif depresif insan gitti ve yerine stresini yonetmeyi basaran, hala herseyin karanlik tarafina odaklanan ancak aydinlik tarafini da artik gorebilen bir insan geldi. En onemlisi isyerindeki stresi eve getirmeyi birakti. Bunlari nasil yaptigina bakiyorum ve karsima asagidaki liste cikiyor:

1. Stresli bir doneme girdiginde cevresini kendisini gercekten seven insanlarla kusatiyor. Yabanci bir ulkede yasadigimiz icin bu insanlar genelde ben ve cocuklar oluyor. Eve daha erken geliyor, cocuklarla daha cok vakit geciriyor, vs.

2. Kendisine bir hobi gelistirdi, golf oynamaya bayiliyor. Bunaldigi anda haftasonu ilk isi golf sahasina gitmek oluyor.

3. Ozellikle isyerinde onceliklerini belirliyor ve sadece ve sadece onlara odaklaniyor. Esim yapi itibariyle mukemmeliyetci bir insan. Bunun iyi birsey oldugunu dusunmuyorum, zira herseyi mukemmel yapma istegi insani zamanla "kontrol hastasina" donusturuyor ve zaman icinde hicbir sey yetmemeye basliyor. Sadece onceliklerine odaklanarak bu huyunu torpuledigini dusunuyorum.

4. Bunaldigi donemlerde "dur" dugmesine basiyor ve olaylara bir adim geriye cekilip disaridan bakmaya basliyor. Bu donemde sadece deger verdigi kisilerle konusup onlarin gorusunu aliyor ve boylece kendisi icin asil onemli olan seylerin bir listesini yapma sansi oluyor.

5. Baskalarinin ne dusuneceginden cok kendi isteklerine odaklaniyor. Buna bir nevi bencillik de diyebilirsiniz, ancak bu zararsiz olani :)

Bunlar esimin stres yonetimiyle ilgili kullandigi metotlar. Benim de birkac onerim var:

6. Spor yapin. Psikiyatristler hastalarina duzenli yurumeyi bir tedavi sekli olarak oneriyorlar. Yurume sirasinda salgilanan hormonlar beynin kimyasinin dengeye oturmasina yardimci oluyor.

7. Stresli oldugunuz anlarda hep daha kotu ne olabilecegini dusunun. Cevabiniz "olum" olmadigi surece fazla telasa gerek yok.

8. Degistirebileceginiz ve degistiremeyeceginiz seyleri dogru tespit edin. Degistiremeyeceginiz seylere 1 dakikanizi bile harcamayin.

9. Sevdiginiz arkadaslarinizla bulusun veya onlari arayin. Sorununuza cozum olacagina inaniyorsunuz derdinizi arkadasinizla konusun, goruslerini dinleyin. Ancak bunun ise yarayacagini dusunmuyorsunuz kendi sorununuzdan hic bahsetmeyin, arkadasinizi konusturun. Bazen baska insanlarin problemlerini ve/ya mutluluklarini dinlemek sizin sikintinizi hafifletebilir.

10. Basiniza kotu birsey geldiginde o ana kadar basiniza gelmis olan iyi seyleri de bir dusunun. Daha iyiye ulasmak icin genelde zorlu bir surecten gecmek gerekiyor. Arzu ettigimiz noktaya ulastigimizda bazen o kadar yorulmus ve yipranmis oluyoruz ki elde ettigimiz basarinin tadi tuzu kaciyor. Boyle durumlarda, her ne kadar insan dogasina aykiri olsa da , biraz Polyana'cilik oynayin.

11. Kendinizi dogru taniyin ve hedeflerinizi gercekci bir sekilde belirleyin. Kapasitenizi asacak, kabiliyetlerinizi zorlayacak hedeflere odaklanip kendinizi heba etmek yerine, yetenekleriniz cercevesinde, sizi fazla zorlamayacak ortamlarda bulunmaya ozen gosterin.


Stressiz bir hayatin artik mumkun olmadigi kanisindayim. Dolayisiyla mutlu ve keyifli bir hayat surdurmenin yolu stresi iyi yonetmekten geciyor. Hayati bir mesele olmadigi surece sizi uzen olaylari ve insanlari hayatinizdan cikarin veya bunlari gormezden gelin. En onemlisi de sagliginiza dikkat edin.

Neseli ve bol kahkahali bir hayat gecirmeniz dilegiyle :D

Viyana'dan sevgiler.

Aydede

27 Kasım 2010 Cumartesi

Kilo Vermenin Yolunu Nihayet Buldum!

Genelde kilo probleminin sadece kadinlari ilgilendirdigi dusunulur. Ancak erkekler de kilolarindan en az kadinlar kadar muzdarip. Kilo konusunda kadinlarla erkekler arasindaki tek fark kadinlar bu sorunu surekli dile getirir. Vitrinde duran guzel bir elbisenin onunden gecen bir kadin "ah, 10 kilo daha az olsam bu elbiseyi hemen alirim" diyerek hem hayiflanir hem de hayaller kurar. Hatta bu elbise diyete baslamak icin kadini aninda motive eder. Ancak erkekler oyle vitrinlerin onunde hayallere filan dalmazlar, sadece kilolu olduklarinin farkindadirlar, o kadar.

Yemek yemeyi seven biri olarak gecirdigim iki hamileligin ardindan ben de vitrinlerin onunde hayiflanan kadinlardan biri oluverdim. Hamilelige kadar hic kilo problemim olmadigi icin bu durum beni oldukca rahatsiz etti. "Ne de olsa 2 cocuk dogurdum, o kadar da olsun" demedim, diyemedim ve uzun bir sure "kilo sendromuyla" ugrastim. Weightwatchers'a gittim, harika sonuclar aldim. Ancak ne zaman ki gitmeyi biraktim, agir bir sinav doneminden sonra elini 2 ay kitaba surmeyen bir ogrenci misali verdigim kilolari gerisin geri aldim. Ne zaman ki esim sikayet ve viziltilarima dayanamaz hale geldi, bana dedi ki "ya bu yemekle olan iliskini kafanda coz, ya da bir psikologa gorun!". Tabi psikolog kismi bana agir geldi, kendime yediremedim, dolayisiyla kendime uygun bir "kilolarla savas" stratejisi hazirladim :) Tabi bu arada konuyla ilgili degisik kaynaklar okudum, konuya hakim insanlarla (Didem Kanca Ustay gibi) baglantiya gectim, yazistim, vs. Ve kendime asagidaki yol haritasini hazirladim, umarim sizin de isinize yarar.

- Yanlis yemek yemek (cok fazla veya cok az) tedavi edilmesi gereken bir aliskanlik (veya bagimlilik). Tedavi edilmesi gereken derken illa ki doktor esliginde bir tedaviden bahsetmiyorum. Kendi yontemlerinizle de kendinizi tedavi edebilirsiniz.

- "Agzinizla" degil "beyninizle" yemek yemenin ayirdina vardiginiz gun farkindaliginizi gelistirmissiniz demektir ve kilo vermeye hazirsiniz. Burada illa ki kalori hesabi yapmalisiniz veya tatli yememelisiniz demiyorum (ben tatliya bayilirim mesela!). Ancak vucudunuz icin dogru yiyecekleri secebilmeli ve doyunca yemeyi birakabilmelisiniz.

- Diyetisyene "muhtac olmak" yerine sadece diyetisyenin onerilerine kulak verir hale gelip kendi vucudunuzu dinleyerek yemek plani yapabiliyorsaniz kilo vermeye hazirsiniz demektir. 

- Kendinizi kaybetmiscesine yemiyor ve yine kendinizi kaybetmiscesine rejim yapmiyorsaniz kilolara karsi ilk zaferinizi kazanmissiniz demektir.

- Yemek pisirmeyi ogrenin. Hele de benim gibi herhangi bir yemegi degil de lezzetli yemekleri yemeyi seven biriyseniz kendi agiz tadiniza gore yeme sansiniz oluyor. Ben son 1 yildan beri mutfakta oldukca fazla zaman geciriyorum. Su aralar degisik baharat cesitlerini kesfetmekle mesgulum :) Disarida yemek yemek hem cok kalorili hem de pahali.

     PS: Rataouille filmini izlediyseniz orada gurme Anton var. "I don't like food, I love it!" diyor. Ben de oyleyim iste :)

- Yemek davetlerine artik korkmadan ve kendinizden emin gidebiliyorsaniz ve davete kadar yediklerinize dikkat edip davette de "usturuplu" bir sekilde yiyebiliyorsaniz kilo vermeye ideal bir adaysiniz.

- Ve son olarak. Spor, spor, spor. Durun durun, hemen spor salonu uyeligi filan dusunmeyin. Gunde yarim saat tempolu yuruyun, yeter.


Yemek yemek de sigara gibi bir bagimlilik aslinda. Ancak birakilmasi en zor bagimlilik yemek yemek. Uyusturucu, sigara, vb. aliskanliklari hayatinizdan tamamen cikartabiliyorsunuz, hatta cikartmalisiniz ki o aliskanliktan tamamen arinabilesiniz. Ancak yemek yemeyi hayatinizdan tamamen cikarmaniz mumkun degil, dolayisiyla bu bagimlilik tedavi edilmesi en zor olani :(

Bu arada benim ne durumda oldugumu merak ediyorsaniz soyleyeyim. Haftada ortalama 0,5 kg veriyorum ve her istedigimi yiyorum. :) Ama daha coook yolum var.

Hepinize "hafif" bir hayat diliyor, Viyana'dan sevgilerimi gonderiyorum :)

Aydede

25 Kasım 2010 Perşembe

Saatinizin gosterdigi zamandan 30 dakika onde olabilir misiniz?

Gecmiste calistigim sirketlerden birinde bir yonetici vardi. Sirket ortaklarindan biri oldugu icin (ve de calismayi sevdigi icin) surekli, gece-gunduz calisirdi, biz de onunla birlikte tabi. Zamana karsi oylesine bir yaris halindeydik ki bu kisinin saati gercek zamanin hep 30 dakika ilerisine ayarliydi. Mesela sabah saat 6'da alarmi mi caldi. Onun kolundaki saat coktan 6:30'u gosterirdi ki boylece yarim saat sonranin isini yarim saat onceden yapmaya baslayabilsin. Saat 10'da toplantisi mi var. Saat 10'da onun kol saati 10:30'u gosterirdi ki o toplanti baslamadan coktan toplantida soyleyeceklerini kendi kendine soylemeye baslardi.

Calismak gunumuzun gercegi; daha iyi bir statu, daha buyuk bir ev, daha yeni bir araba, cocuklara daha iyi okullar, daha iyi doktorlar, vs. Ancak ne zaman ki tum bu saydiklarim  "daha iyi bir hayat"  yasamak icin bir arac degil de hayatin asil amaci haline geliyor, iste o noktada benim de sikintim basliyor. "Bu toplantida mutlaka bulunmam lazim, bir sonraki terfim icin bu cok kritik!" diyerek cocugunun dogumgununu kacirmak ve de  "nasil olsa dogumgunu partisi cumartesi gunu yapilacak, orada cok buyuk bir hediyeyle gonlunu alirim"  diyerek hayattaki en onemli kutlamalardan birini kacirmak bana cok itici geliyor.

Gecenlerde bir arkadasim New York'tan Viyana'ya tasindi. Ilk sordugu sorulardan biri  "are there any nurse babysitters here in Vienna?"  oldu, yani  "burada hemsire cocukbakicilari var mi?". Ben de o ne ki diye sordum, baby sitter duydum ama hemsiresine pek rastlamadim. New York'ta hasta cocuklarin bakiminda uzmanlasmis bakicilar varmis, ancak bu bakicilar illa ki cok hasta veya bakima muhtac cocuklara bakmiyorlarmis. Diyelim ki ebeveynin cok onemli bir toplantisi var, cocugun da biraz atesi var. Hemen arayin nurse babysitter'i, anne veya baba eve gelene kadar cocuga baksin. Anne veya baba eve gelince de isyerindeki yorgunlugu da eve beraberinde getiriyor tabi, ancak artik nurse babysitter'a ihtiyac yok. "Nurse babysitter" evden cikarken "night babysitter" eve giriyor ki olur da cocuk gece uyanirsa ebeveyn sabaha kadar rahat bir uyku cekebilsin. Tabi ki bunlara harcanan para da eve giren bir maasin hepsini alip goturuyor.

Lutfen beni yanlis anlamayin, calisan ebeveyn olmanin zorluklarinin farkindayim. Ancak hayattaki esas amaci belirlerken pusulayi sasirtinca bir anda cocugunuz da hayatinizdaki herhangi "projeden" birine donusuveriyor ki bu durum aile birligi uzerinde ve cocugun psikolojisinde onulmaz yaralar aciyor. Ebeveynle cocugun iliskisi tamamen "proje" bazinda devam ediyor ve saglikli birey yetistirmenin en onemli unsuru olan "iletisim" dogmadan oluyor. Can Dundar'dan duydugum cok guzel bir tespiti yine tekrarlamak istiyorum:

" Is plastik bir top gibidir, inisi-cikisi olur, ama dusurseniz de kirilmaz. Aile kristal bir top gibidir, bir kere dusurdunuz mu parcalari bir daha asla bir araya getiremezsiniz".

Hepinize cocuk ve sevgiyle dolu keyifli hayatlar dilegiyle :)

Aydede

  

23 Kasım 2010 Salı

Sinir Oldugum Seylerin Listesi

Yapmaya heves ettigim herhangi birseyin, beni tanimadan ve bilmeden, "sen bunu yapamazsin" diyerek hevesimi kursagimda birakmaya calisan insanlara sinir oluyorum. Bilakis bu tip durumlar beni daha da kirbacliyor. Mesela; bir arkadasimla konusuyorum:

Aydede: Yakinda Turkiye'ye donuyorum ancak uzun zamandir piyasadan uzaktayim. Ne tip isler yapabilirim dersin?

Arkadas: Ne tip isler yapacagini bilemem ancak su ve de bu ve de o isi yapamazsin o kesin, fazla kalifiyesin.

Bazen etrafimdaki insanlarin mutlu olmak icin baskalarinin mutsuz veya keyifsiz oldugu zamanlari kollandigini dusunuyorum :( 

Bunun disinda sinir oldugum daha bir suru sey var. Neler mi?

- Yerlere atilan copler,

- Karsisinda biri konusurken, oraya-suraya-buraya bakinan ve kendisine onemli biriymis edasi vermek adina, karsisindakini dinlemeyen tipler,

- "Toplu imha silahlari var, aman ha!" diyerek bir ulkeyi isgal eden ve liderini alasagi eden, silahlar bulunmayinca da "ama o adam zamaninda benim babami oldurmeye tesebbus etmisti" diyerek illa da hakli oldugunu kanitlamaya calisan politikaci tipi,

- Tren istasyonunda pusetteki bebegiyle asansore dogru yaklasmakta olan hamile bir kadinin gelen trene yetismek ugruna tek hamlede onune gecerek ondan once asansore binen genc, dinamik ve umursamaz tipler,

- Kadini sirf kadin oldugu icin adam yerine koymayan tipler,

- Kocasi fazla para kazanamiyor diye kocasina dunyayi zindan eden kadinlar,

- Kiskanc insanlar,

- Yikanmayan tipler,

- Cocugu olmadigi halde cocuklarimi nasil buyutmem ve nasil beslemem gerektigini ders kitabi tadinda anlatan tipler.

Simdilik aklima gelenler bunlar.

Siz en cok sinir oldugunuz sey(ler) ne?

Aydede

20 Kasım 2010 Cumartesi

Sinirlarin Kalktigi Geceler

Turklerin yurtdisina cok fazla cikmamasinin cesitli sebepleri var. Oncelikle ulkemizde kesfedilecek o kadar guzel yer var ki bunlari gezip gormek zaten oldukca zaman ister. Bunun ustune bir de sevimsiz vize kuyruklari eklenince yurtdisina gitmek kulfet oluyor. Yurtdisina tatil amacli degil de calisma amacli gitmek daha da zor, neredeyse imkansiz. Avrupa Birligi'yle birlikte Avrupa'da is bulmak tamamen imkansiz hale geldi. AB kendi icindeki sorunlari cozmek icin bogusurken oldukca korumaci ve icine kapanik bir yol haritasi izlemeyi tercih ediyor. Yillardir AB icinde degisik ulkelerde calisma ve yasama sansim oldu. AB insaninin psikolojisini, beklentilerini, yasam tarzini ve korkularini ilk elden tanima ve anlama firsatim oldu. Oncelikle uzun samandir yasadigim ulke olan AVsuturya ile ilgili bazi gozlemlerimi siralayarak baslayayim. AB'de yasayan biriyseniz sizin de asagidakiler hakkindaki goruslerinizi duymayi cok isterim:

1. AB'deki baz ulkem Avusturya oldu, bunun disinda baska AB ulkelerinde de kisa sureli yasadim. Avusturya enteresan bir ulke. Hitler Avusturya'nin Klagenfurt kasabasindan olmasina ragmen bugun herkes Hitler'i Alman olarak bilir. Mozart ise Alman olmasina ragmen herkes Mozart'i Avusturyali olarak bilir. Cem Kozlu bunu Avusturya'nin pazarlamadaki basarisi olarak tanimlamakta :)

2. 2. Dunya Savasi'nda Yahudi avina cikan askerlerin %40'i Avusturyali idi, tarihi bir gercek bu. Ancak bugun 2. Dunya Savasi'nin butun vebalini ceken Almanya'dir, Avusturya'nin adi bile gecmez. Savastan 1 yil once (sanirim 1937'de) Avusturya referanduma gitti ve %98 gibi buyuk bir oranda "evet" diyerek Almanya'ya ilhak olmayi kabul etti. Yani 2. Dunya Savasi'ni hemserileri Hitler'in onderliginde bizzat yuruttu. Ama savastan sonra ne oldu? "Biz sadece emirleri yerine getirdik, Almanya ne dediyse onu yaptik, dolayisiyla biz sucsuzuz" diyerek kendilerini "kurban" pozisyonuna koydular ve isin icinden siyrildilar. Bu sebeptendir ki bugun Almanya'da adim basi savastan kalan yikik-dokuk bir binaya rastlamak isten bile degil iken ve de uluslararasi baskidan dolayi Almanya sonsuza kadar bu yapilari bu halde tutmakla lanetlenmis durumdayken Avusturya'da savastan kalan tek bir ize rastlamazsiniz. Sadece 3. Viyana'da betondan yapilmis devasa bir siginak vardir. Belediye bu siginagi her ne kadar yikmak istese de bunu yapmak icin patlatilacak dinamitler civardaki evleri de yerle bir edeceginden bu siginak Demokles'in Kilici gibi Viyana'nin tepesinde sallanir. Avusturya bir yandan 2. Dunya Savasi'nin izlerini haril haril silerken obur yandan 1683'teki Turklerin Viyana Kusatmasi'ni on plana cikarip bu kusatmayi baz alan korku dolu hikayeleri hala evlerde cocuklarina anlatir. Hala sinirin otesindeki Turklerin gelip ulkelerini isgal edeceginden korkarlar. Korku dolu Turk hikayeleri asirlardir o kadar anlatilagelmistir ki (anaokullarinda korkunc Turk Atilla'yla ilgili tekerlemeler ogretilir) artik 2. Dunya Savasi'nda olanlar ulus olarak kollektif hafizadan tamamen silinmistir. Ancak bireysel hafizalarda bu savas ve ulus olarak isledikleri suc hala taptaze durmaktadir. Nitekim bugun Avusturya'da, ozellikle Viyana'da savas zengini bircok aile ve ev vardir.   

Neden "isiklar sehri" Viyana'yi bu kadar kararttim diye merak edebilirsiniz. Cunku her karanligin ardindan bir aydinlik dogar :) 2. Dunya Savasi gibi insanligin tarihteki en buyuk kara lekesine ortak olmus tum Avrupa ulkeleri bu lekeyi silmek kaygisiyla Viyana'yi uluslararasi organizasyonlarla donatmislar ve dolayisiyla Avusturya'yi politik olarak notralize etmistir, yani agzini baglamistir. Birlesmis Milletler'in Genel Merkezi, OPEC Merkezi, vs. hepsi Viyana'da bulunmaktadir. Ve bu kuruluslara uye ulkelerin calisanlari, aileleri ve cocuklariyla beraber her yil Viyana'ya akin akin gelmekte. Ve bu cocuklar ogretim dili Ingilizce olan uluslararasi okullarda ogrenim gormekte. Ingiltere bugun Turk vatandaslarina en zor vize veren ulkeler arasinda. Ancak bir Turk ve bir Ingiliz cocuk Viyana'daki uluslararasi okullardan birinde birlikte, arada sinir olmaksizin birlikte okuyabilmekte. Ve bu cocuklarin aileleri okulun "Veliler Yemegi"nde bulusup cocuklardan, kariyerden, sevgiden, aileden, kisacasi hayatin kendisinden bahsetmekte, arada sinir olmaksizin.

Gecenlerde bir istatistik okudum. 10 yil icinde Viyana'nin nufusunun %40'i Musluman olacakmis. Avusturya'nin tepesinde sallanan Demokles'in Kilici da bu Muslumanlar olsa gerek :)

Viyana'dan hepinize kucak dolusu sevgiler :)

Aydede
   


PS: Bu arada Turklere vize isteyen ulkelerin sayisi giderek azaliyor. Yurtdisi turlar ve ucak biletleri de artik eskisi kadar pahali degil. Beynimizdeki sinirlari da kaldirip yollara dusmenin tam zamani!

19 Kasım 2010 Cuma

Erkekler Dogum Iznine Cikmak Ister mi?

Gecenlerde Erdogan dedi ya, kadinla erkek esit olmaz, olamaz diye. Once doga kanunun geregi olarak neden esit olamayacagindan bahsetmeye calisti, ama pek toparlayamadi. En nihayetinde soyledigi sozler aslinda gercek dusuncelerini yansitti. Ozguveni yuksek insanlarin dustugu yanilgilardan biri de kendi fikirlerinin her zaman dogru olduguna inanmalari. Icinde bulunduklari toplumda guclu bir pozisyona da sahiplerse (Erdogan'in uzun suredir tek basina iktidar olmasi gibi) fikirleri yanlis veya rahatsiz edici bile olsa bunlari alenen soylemekten cekinmezler.

Her neyse, benim asil bahsetmek istedigim kadin-erkek esitligi gercekten saglanip saglanamayacagi. Burada (Viyana) tanistigim Isvecli bir cifti anlatmak istiyorum. Ikisi de diplomat, dolayisiyla belirli araliklarla surekli ulke degistiriyorlar. Ancak kucuk bir cocuklari oldugu icin ikisinin birden ayni anda calismasi mumkun olmuyor, dolayisiyla bazen anne bazen de baba calisiyor. Su anda calisma sirasi annede, dolayisiyla cocugun bakimiyla tamamen baba ilgileniyor. Cocuklarimiz sinif arkadasi oldugu icin babayla surekli gorusuyorum, guzel bir arkadasligimiz var. Baba sadece cocuguna bakmakla kalmiyor cocugunun okuldan arkadaslarinin anne-babalariyla da sosyallesiyor. Bizi yemege davet ediyor, cocuklara tatlilar pisiriyor, birlikte parkta cocuklarla vakit geciriyoruz, birbirimize yemek tarifleri veriyoruz, vs. Yani bir annenin yaptigi herseyi bir baba olarak dort dortluk yapiyor. Bundan da cooook memnun, ogluyla birebir vakit gecirmek ve onun buyudugune ilk elden tanik olmak ona haz veriyor. Babanin canini sikan gorev degisim zamaninin gelmesi ve calisma sirasinin kendisine gelmesi.

Butun bunlari gozlemlerken benim aklima takilan ise suydu. Bir erkek olarak eminim ki Andreas da (baba) biraz erkeklik egosuna sahiptir, is-guc meselelerini dusunuyordur. Ayrica hayat artik tek maasla gecinilemeyecek kadar zor. Nasil oluyor da bu kadar rahat bir sekilde evde oturabiliyor ve isiyle ilgili endiselenmiyor? Ve ben tam bunlari dusunurken Andreas bana bir gun bu sorularin cevabini verdi: Isvec'te erkekler de yasal olarak dogum iznine cikma hakkina sahipler! Hatta kadinlarla esit sure haklari var. Ve daha da ilginci Andreas devlet icin calistigi icin devlet Andreas'in kadrosunu 10 yilligina tutuyor. Yani Andreas 10 yil dogum iznine cikabiliyor ve 10 yil sonra geldiginde isine kaldigi yerden devam edebiliyor. Harika, degil mi? ??

Bu yasa uzun zamandir Isvec'te yururlukte. Ancak erkeklerin dogum iznine gercekten cikmalari son birkac yilin isi. Cunku daha once kadin-erkek ucretleri arasinda bir ucurum varmis. Kadin ayni is icin erkekten daha az ucret aldigi icin yasa olmasina ragmen dogum iznine yine kadin cikiyormus ki aile butcesi sarsilmasin. Bunun uzerine hukumet bu ucret dengesizligini gidermek icin de adimlar atmis ve bugun kadinlar da hemen hemen erkeklerle esit ucret kazanir hale gelmisler. Dolayisiyla artik erkekler de dogum iznine cikmaya baslamis.

Ancak beni en cok sasirtan ne oldu biliyor musunuz? Bu durumdan Isvecli kadinlar sikayetciymis. Cunku yeryuzunde sadece ve sadece kadinlara ait olan "annelik" olgusunun da artik erkekler tarafindan ellerinden alindigini dusunuyorlarmis ve bundan oldukca sikayetcilermis.

Kadinlarin tam anlamiyla mutlu olmasi icin ne yapmak gerekir ki?

Erkeklerin de dogum iznine ciktigi Viyana'dan sevgiler :)

Aydede

17 Kasım 2010 Çarşamba

Hayatimdaki "Cesur ve Guzel" Kadinlar ve Erkekler

Cesur ve Guzel isimli pembe diziyi hatirlar misiniz? Hani bir Forrester Ailesi var ve dizi bu aile bireylerinin birbirleriyle ve cevreyle olan iliskilerini anlatiyor. Bu yazida deginmek istedigim kesinlikle bu dizideki karakterlerin cevirdigi entrikalar degil :) Aksine bu ve benzeri diziler insanin degisen ihtiyaclarini cok basit (hatta bazen de oldukca avam) bir sekilde ortaya koyuyor.

Maslow Ihtiyaclar Hiyerarsisi vardir, insanlarin gereksinimlerini kategorize eder. Bu teoriye gore insanlarin ihtiyaclari bir piramit seklinde gelisir, asagidaki gibi:



Insanin ihtiyaci, bu piramidin en altindan baslar ve tatmin edilen her ihtiyac bir ustteki ihtiyacin otomatik olarak dogmasini saglar, bu teoriye gore insan dogasi boyle isliyor. Insan omrunun ortalama 70 yil oldugunu varsayarsak bu ihtiyaclarin hepsini gidermek ve piramidin en tepesine ulasmak icin oldukca zaman var. Ancak bazi "sansli" insanlar var ki onlar bu piramidin tepesine genc yaslarda ulasiyorlar. Bu durum olagandisi oldugu icin de bu en tepedeki noktadan sonra cizmeleri gereken rotayi bulmakta zaman zaman zorlaniyorlar.

Aklima gelen en carpici orneklerden biri kariyerinin zirvesindeyken evlenen ve cocuk doguran bir kadin. Yaptigi evlilik maddi ve manevi acidan kendisini doyuran bir evlilik ise bu kadin piramidin basamaklarini hizli bir sekilde tirmanmaya basliyor. Ilk yillar bebeklerin bakimiyla ve guvenligini saglamakla geciyor. Ne zaman ki cocuklar buyuyup kendilerine yetmeye basliyor, kadin tekrar biraktigi o isiltili kariyerini ariyor. Beyni hizla calisiyor, cocuklarin olmasiyla daha da gelisen duyulari tamamen hareket haline geciyor ve basliyor kafasinda isiyle ilgili fikirler uretmeye. Ancak calismaya baslarsa bu sefer amac farkli olmali. Piramidin basamaklarinin neredeyse en tepesine ulasmis durumda. Dolayisiyla bu seferki is kadinin kendisini tatmin etmesine ve hayatinda sadece kendisine ait bir alan yaratmasina hizmet edecek. Tam kollari sivamis bu hayalini hayata gecirecekken kocasinin baska bir ulkeye veya sehre tayini cikiyor, valizler toplaniyor, esyalar kutulara sigistiriliyor, ve en onemlisi cocuklarin bu degisimden en az etkilenmelerini saglamak adina annenin harekete gecmesi gerekiyor. Ve bu "cesur ve guzel" kadinin kariyerinin ikinci bahari daha baslamadan bircok soru isaretiyle kusatiliyor.

Ozellikle uluslararasi ortamlarda gorev dolayisiyla yillar boyunca ulke ulke gezen ailelerin hayati oldukca isiltili. Nitekim bu insanlar dunyadaki bircok insanin sahip olmadigi bir sansa sahipler. Degisik bircok ulkede yasiyorlar, yeni insanlarla tanisiyorlar, paha bicilmez bir kariyere sahip oluyorlar, kisacasi "dunya vatandasi" oluyorlar. Ancak madalyonun bir de obur tarafina baktiginizda boylesine siradisi bir hayati secen "cesur ve guzel" bir kadinin kendisiyle yaptigi ic muhasebeye tanik oluyorsunuz ki bu da insanoglunun her zaman "yeniyi" ve "baskayi" aradiginin en guzel gostergesi.

Simdilik Viyana'dan tum "cesur ve guzel" kadinlara sevgiler :)

Aydede

14 Kasım 2010 Pazar

Sadece "Calisarak" Basarili Olunacagini Sananlardan misiniz?

Okuldaki egitim ve ogretimin temel mesaji insanin calisarak herseyi elde edebilecegi yonunde. Bunda bir yanlislik oldugunu dusunmuyorum, zira insana cocuk yastan calismanin onemini kavratiyor. Ne kadar cok calisirsan o kadar yuksek not alirsin ve o kadar takdir toplarsin. Ancak insan okul gibi korumali bir ortamdan cikip gercek hayata atildi mi sudan cikmis baliga donuyor. Kimisi hemen iyi bir is buluyor ve basliyor hummali bir sekilde calismaya. Kimisinin ise is bulmasi zaman aliyor ve is buldugunda da oyle kendini paralarcasina degil de "normal" bir seviyede calisiyor.

5-10 yil sonra bu iki kisiye tekrar bir goz attiginizda bazen bakiyorsunuz ki isini daha kolaydan alan ve daha "relaks" davranan almis basini gitmis, mudur olmus, yonetici olmus, o herkesin imrenerek baktigi pozisyonlarin basina gecmis. Kendisini heba edercesine calisan ise neredeyse ayni yerde yerinde sayiyor. Iste okulda yaratilan "cok calisan cok kazanir" paradigmasinin yikildigi an bu.

Hayatta genel anlamda mutlu ve basarili olmanin asagidaki 3 bilesene bagli olduguna gonulden inaniyorum:

1. Dogru yerde,
2. Dogru zamanda,
3. Dogru insanlarla karsilasmak.

Bu ucluyu "calismak" ile birlestirdiginiz zaman ise harikalarin meydana gelmemesi icin hicbir sebep yok. Isin cetrefilli kismi ise yas ilerledikce yukaridaki bu ucluyu kontrol etme sansinizin azalmasi. Gencken daha esnek olabilirsiniz. Bulundugunuz sirketin dogru yer olmadigini dusunuyorsaniz hemen is degistirebilirsiniz, hatta cok mutsuzsaniz bir sureligine issiz kalmak ugruna bulundugunuz sirketten ayrilip yeni bir is arayabilirsiniz. Bulundugunuz ulkenin dogru ulke ancak yanlis zaman oldugunu dusunebilirsiniz. Baska bir ulkeye gocmen veya yabanci uyruklu calisan statusunde gidebilirsiniz. Ancak gencken genelde bakmakla yukumlu oldugunuz bir aileniz olmaz, dolayisiyla verdiginiz kararlar sadece sizi etkileyen kararlar olur ve geri donusu bu anlamda daha kolay olur. Ancak yas ilerleyip aile kurup cocuk sahibi olunca verdiginiz kararlardan hop diye donmek ve sert bir U donusu yapmak her babayigidin harci degil. 

Okulda bize nasil ve ne kadar calismamiz gerektigi ogretiliyor, ancak okuldaki yuksek notlar kesinlikle hayattaki basarinin garantisi olmuyor. Dogru yerde, dogru zamanda, dogru insanlarla karsilasmadikca arzu ettigimiz basari ya cok gec geliyor ya da hic gelmiyor. Dolayisiyla hayatla ilgili planlarimizi yaparken beklentilerimizi gercekci tutmanin asil mutlulugu getirecegini dusunuyorum. Etrafimizda olan bitenin farkina varip dunyanin genel gidisati hakkinda ne kadar bilgi sahibi olursak beklentilerimizi de o kadar dogru yonlendirebiliriz.

Hani bir dua vardir (tam metni hatirlamiyorum malesef):
Dogruyla yanlisi ayirt edecek akil,
Yapabileceklerimle yapamayacaklarimi ayirt edecek goz ver diye.

Basari ve mutlulugun anahtari insanin kendine dogru gozlerle bakmasindan ve kendisini etrafindaki degiskenlerin durumuna gore konumlandirmasindan geciyor. Bunu basarabilmek icin ise sadece "zeka" degil, bundan daha da onemli olan "akil" gerekiyor.

Sevgilerimle,

Aydede

9 Kasım 2010 Salı

Gercek Arkadasin Kim?

Gun geliyor ki insan "kotu gun" dostu degil de "iyi gun" dostu aramaya basliyor. Neden mi? Insanlar buyudukce degisiyor da ondan.

Cocukken hersey masum. Cocuklar gorduklerini oldugu gibi soylerler. Cirkinsen cirkinsin derler, guzelsen elini tutup sana yakin olmak isterler. Buyudukce rekabeti, kiskancligi, bencilligi ogrenirler. Iste bu sebepten "buyudugunde" insanin "iyi gun" dostu bulmasi cok onemli. Senin mutluluklarini seni kiskanmadan, senin icin gercek anlamda mutlu olarak yurekten paylasan kisi senin gercek arkadasindir.

"Gercek" arkadaslarla cevrili bir omur gecirmeniz dilegiyle ...

Sevgiler :)

Aydede

8 Kasım 2010 Pazartesi

Yurtdisinda Yasamak Iyi mi Kotu mu?

Herkesin aklinin bir kosesinde vardir mutlaka: Yurtdisinda yasamak nasildir acaba? Kimi icin denemeye deger, kimisi icin ise uzakta hos bir sada olarak kalmasi yeter.

Yurtdisinda yasamanin benim icin harika bir adim oldugunu soylemeliyim. Dunyaya tek bir pencereden degil bircok pencereden bakmanin tadi bambaska. Yeni insanlar, farkli fikirler ve yasam tarzlari, farkli mutfaklar, farkli evler.

Yurtdisinda yasamanin avantajlari ve dezavantajlari diye bir liste yapmak istesem neler cikar bakalim:

AVANTAJLAR:

1. Kalabalik icinde gorunmez olmak. Ozellikle dilini bilmediginizi bir ulkede yasamak, etrafta konusulani anlamamak, dolayisiyla olaylara biraz "Fransiz" kalmak sizi aninda gorunmez kiliyor. Hayatin cilgin kosturmacasindan yorulanlar icin harika bir ortam :)

2. Yeni bir dil ogrenmek. Bir dil, bir insan. Boylece yeni diller vasitasiyla kendinizi klonlayarak kendinizden birden fazla kendiniz yaratabilirsiniz :)

3. Kendini yeniden kesfetmek. Buyudugunuz ortamin disina cikip hic tanimadiginiz insanlarin oldugu bir yerde hayata baslamak bir nevi beyaz sayfa acmaya benziyor. Dolayisiyla o ana kadar gelistirip buyuttugunuz "siz"in iyi ve kotu taraflarini gorup, isterseniz, kotuleri degistirmek icin bir firsat doguyor :)

4. Daha ileride yurtdisina tatile gitmek isterseniz buralarda tanidiginiz arkadaslar sayesinde kalacak bir yeriniz oluyor ve otel derdinden kurtuluyorsunuz :)

5. Tabi kariyer anlamindaki getirilerinden bahsetmeme gerek yok. Genisleyen bir vizyon, daha ferah bir bakis acisi, cilalanan ozguven :)

DEZAVANTAJLAR:

1. Evden, aileden, arkadaslardan, yemeklerden, kisacasi o ana kadar sizi siz yapan herseyden uzak kalmak
:( Hele de belirsiz bir sure icinse daha da fena :(

Aslina bakarsaniz baska da dezavantajini goremiyorum acikcasi ... 

Viyana'dan sevgiler :)

Aydede

6 Kasım 2010 Cumartesi

Cokbilmislik, Imam, Kulup, Kadin

Gun icinde kac kez nasihat dinliyorsunuz? Etrafinizdaki insanlarla kurdugunuz iletisimin icerigini bir dusundugunuzde aslinda soylenen bircok seyin "nasihat verme" maksadiyla yapildigini goreceksiniz.

A: "Bugun cok basim agriyor, dun zor bir gece gecirdim."
B: "Bir Aspirin al, gecer, hatta ben gecenlerde C vitaminlisini kullandim, harika!"

Burada A'nin aklindan soyle birsey geciyor olabilir:
"Dun esimle kavga ettik ve gece o koltukta uyudu, ben ise mutfakta tum gece oturdum ve uyuyamadim. Konusacak, beni dinleyecek birine ihtiyacim var."

B'nin verdigi cevap, A'nin beklentilerini karsilamak yerine 5 dakika da olsa kurulacak guzel bir iletisimi bastan kestirip atiyor.

Cokbilmislik enteresan bir akil ve ruh durumu. Insan biraz buyuyup, olgunlasip hayati anlamaya basladi mi saniyor ki ogrenmesi gerekenin hepsini ogrendi ve artik etrafa nasihat dagitabilir. Bu ruh halinin aslinda etrafiyla olan baglarini tamamen kopardiginin ve kendisini icinde bulundugu ortamdan nasil soyutladiginin farkina vardiginda ise artik baskalarinin kendisiyle ilgilenmedigini hayretler icinde fark ediyor.

Gecenlerde Hollanda'da yasayan Cezayir asilli musluman bir kadinin basina gelenleri okudugumda cokbilmisligin aslinda sevimsiz oldugu kadar tehlikeli bir akil ve ruh durumu oldugunu da fark ettim. Sanirim Amsterdam'da yasayan bu kadin bulundugu mahalledeki Cezayirli diger kadin arkadaslariyla toplanip ev disinda da vakit gecirecekleri bir kulup kurmak istiyor. Bu amacla belediyeye gidiyor ve kulubun amacini anlatan bir yaziyla kulubun kurulusu icin basvuruda bulunuyor. Belediyedeki gorevli basvuruyu aliyor ve kadina 2 hafta sonra sonucu alabilecegini soyluyor ve kadin belediyeden ayriliyor. Iki hafta sonra kadin belediyeye kulubun kurulus asamalarini ogrenmek ve hazirliklara baslamak icin geliyor ki aldigi cevap karsisinda soke oluyor.

"Hanimefendi, biz belediye olarak basvurunuzu degerlendirdik. Degerlendirirken sizin mahallenin imamina gittik, boyle bir kulubun Cezayir toplulugu icin uygun olup olmayacagini sorduk. Imam da kadinlarin boyle faaliyetlerde bulunmasinin Cezayir kulturu acisindan uygun olmadigini soyledi. Dolayisiyla basvurunuzu reddetmek durumundayiz!"

Ve tek amaci arkadaslariyla evin disinda da biraz vakit gecirebilmek olan Cezayirli kadin tiris tiris tekrar evinin yolunu tutar.

Bu olayda beni sasirtan imamin tutumundan ziyade (bunun Islamiyet adina normal karsilandigini biliyoruz artik) demokrasi havarisi bir Bati devletinin imamdan icazet almasi. Yeri geldiginde bizi acimasizca elestiren, Islamiyeti yerden yere vuran, ne kadar anti-demokratik oldugumuzu ballandira ballandira anlatan insanlar sirf kendi evlerinde hayat sut liman aksin, kimse kimseye bulasmasin diye kendi demokrasileri icinde gayet normal karsilanacak bir talebi, yine kendi vatandasi olan ancak musluman kokenleri olan bir kadin yapinca "kavga cikmamasi adina" geri cevirebiliyorlar. Ve de bunu, varolan tum yasalarina ragmen, bir imamdan icazet alarak yapabiliyorlar.

Gecenlerde Nuray Mert'in bir yazisinda okudum. Soyle diyor:

"Laik çevrelere kötü bir haberim var. Batı dünyası, bir süredir, bizim gibi ülkelerde, demokrasiyi kendisi için tanımladığı standartlarda tanımlamaktan vazgeçti. Klasik oryantalist bakışı yansıtan, “Bon pour l'Orient” tabiri, yani, bizim için değil ama “Doğu için iyi” anlayışı, demokrasi konusunda bizden beklediklerini tanımlamaya başladı. Bu konuda yazılıp çizileni okusanız saçınızı başınızı yolarsınız. Bu yeni paradigma çerçevesinde, en temel özgürlüklerin kısıtlanması bile, ‘kültürel tercih' olarak temize çıkabiliyor. Ben buna, politik doğruculukla takdis edilmiş oryantalizm (veya “Politically correct orientalism”) diyorum."

Burada Bati'nin yillardir biriktirdigi kulturel ve maddi serveti kesinlikle yadsimak istemiyorum. Anlatmak istedigim demokrasi ve dunya hakkinda cok bildigini iddia eden insanlar ve toplumlar bir yerden sonra sadece kendilerinin en iyiyi bildigine inanip karsi tarafi dinlemeye tenezzul bile etmiyorlar. Ve sonuc olarak buyuk bir "iletisim kazasina" sebep oluyorlar. Bu kazanin sonucu olarak ise asagidaki denklem ortaya cikiyor:

Cokbilmis = Bati ulkeleri
Imam = Statuko
Kulup= Demokrasi

Bu durumda Kadin da olsa olsa Fatmagul olur, degil mi?

Selamlar, sevgiler.

Aydede

5 Kasım 2010 Cuma

Evlilik mi Evcilik mi?

Dusunuyorum da bugune kadar farkli gecmislerden ve kulturlerden gelen o kadar cok insanla tanistim ki hepsiyle olan iliskimde hep farkli tatlar buldum. Kimisiyle birlikte gulduk ve agladik, kimisiyle kimyamiz tutmadi ve arkadasligi beceremedik. Ancak hepimizin ortak noktasi 25-35 yas araliginda hayatimizi paylasacagimiz o "hayat arkadasini" aramak oldu. Malum bu yasta kadinlarin biyolojik saatinin tikirtilari oldukca siddetleniyor, erkekler ise aksam icinde bir "ailenin" oldugu bir eve gitmek istiyor. 

Balayi aylari muhtesem, eger asgari mustereklerde anlasan bir cift iseniz hersey hayalinizdeki gibi basliyor. Sabah ise git, aksam eve gel, genelde kadin yemegi pisirsin, yemek fazla tuzlu da olsa, pismemis de olsa afiyetle yensin, sakalasmalar, gunun icinden sohbetler, vs. Tam bir EVCILIK. Ta ki hayatin akisiyla ilgili zamaninda bizim ebeveynlerimizin almak zorunda kaldigi ciddi kararlari alma asamasina gelene kadar.

Ciddi kararlar genelde cocugun olmasiyla zorunlu hale geliyor. Cocuk icin en iyi doktor nerede? Hangi okullar daha iyi? Kiradan cikip ev almak lazim, nerede kaca, nasil bir ev? Butun bunlari finanse etmeye gucumuz yetecek mi? Yetmeyecekse B Plani nedir? Sorumluluklar arttikca cevaplanmasi gereken o kadar soru birikiyor ki iste tam bu noktada EVCILIK ile EVLILIK'in farki ortaya cikiyor.

Mutsuz evliliklerin bir cogunun EVCILIK oynamaktan kaynaklandigini dusunuyorum. Hani sablonlar vardir, kadin evi cekip cevirir, koca ise ekmek kazanir ve eve getirir. Bu sablon ozellikle cocuk oldugunda cok gecerli oluyor, cunku dogasi geregi bebek en cok anneye ihtiyac duyuyor, dolayisiyla bebekle en cok vakit geciren kisinin anne olmasi baslangicta sart. Bebek buyuyup de cocuk olunca ihtiyaclari da degisiyor. Artik sadece annesine degil etraftaki baska insanlara da ilgi duymaya basliyor, ciddi bir sosyallesme surecine giriyor. Iste bu noktada annenin tekrar eski hayatina az da olsa donebilmesi, anne ve kari degil sadece kendi olabildigi ozgur bir alani yaratabilmesi mutlulugu acisindan cok kritik.

Etrafimda yukarida bahsettigim sablona uyum saglamak adina evliliklerini EVCILIK oyununa ceviren bircok evli cift var. Bu ciftler icin endiseleniyorum, cunku bu sablon icinde ciftlerden biri genelde kendi isteklerine ve arzularina ket vurarak aile hayatina devam etme yolunu seciyor. Istemedigi bir memlekette sirf kocasi istedigi icin yasayan bir kadin, kocasi istemedigi icin calismayan bir kadin, karisinin luks tutkusundan dolayi gece-gunduz calisan bir erkek, ve daha bircok ornek. Bu durum da ileriki yillarda kucuk olaylarin git gide buyuyup buyuk bir ofke yiginina donusmesine sebep oluyor.

Guzel baslayan bir EVCILIK oyununu saglam temelleri olan bir EVLILIGE donusturmenin kolay olmadigi bir gercek. Evlilik caba ve ozveri isteyen bir kurum. Ancak buna sadece tek tarafin yaptigi ozveriyle ulasilmasi mumkun degil. Ciftlerden sadece birinin ozverisiyle ve alttan almasiyla yuruyen bir iliskinin ileride can sikan bir evcilige donusmemesi ve oyunun bozulmamasi icin ciftlerin mutluluklariyla birlikte mutsuzluklarini da paylasmasi cok onemli.

Ne demisler: Paylastikca mutluluklar artar, mutsuzluklar azalir.

Sevgiler.

Aydede